Ali Bulaç mahkemede FETÖ hakkında neler söyledi?
Çoğunluğu Zaman gazetesinin eski yazar ve çalışanından oluşan 30 kişi bugün ilk kez hakim karşısına çıktı...
Kapatılan Zaman Gazetesi'nin darbe girişimi suçlamasıyla tutuklu yazarları Şahin Alpay, Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne yaklaşık 14 aylık tutukluluğun ardından hakim karşısına çıktı. İki gün sürmesi planlanan duruşmanın ilk gününde savunma yapan yazar Ali Bulaç, Gülen cemaatinin FETÖ'ye dönüş sürecini madde madde anlattı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Zaman gazetesinin eski yazar ve yöneticisi 31 kişinin yargılandığı davanın ilk duruşması Silivri Cezaevi'nin karşısındaki mahkeme salonunda yapılıyor. Duruşmaya Zaman gazetesinin eski yazar ve çalışanı olan toplamda 22 tutuklu, avukat Orhan Kemal Cengiz ve yazar Nuriye Akman'ın olduğu 5 tutuksuz yazar ve çalışan katıldı. Duruşma salonunda CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Utku Çakırözer, HDP Mİlletvekili Altan Tan, AKP Milletvekili İsmet Uçma, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, Article 19'dan Georgia Nash ile gazeteci Hasan Cemal de izleyici olarak yer aldı.
Ali Bulaç'ın savunmasından öne çıkan kısımlar şöyle:
Adalet denen sabır taşı çatlamıyorsa ilahi inayet sonucudur. Çünkü 6 yazısına yapılan atıfla bir yazar için istenen ceza ile 15 Temmuz'u planlayan ve o gece 249 insanı şehit edenler için de tamı tamı tamına aynı ceza isteniyor.
Bir yazarı sivil yerleşim alanlarını bombalayan, kalabalıklara ateş açanlarla aynı cezaya çarptırma talebinde bulunan savcının bu talebi elbette tarihe geçecektir ve mutlaka burada değilse de mahkeme-i Kübra'da hayatını İslam'ın barış, adalet, özgürlük ve bir arada yaşama ideali üzerine bina etmiş bir yazara 'Hangi suçtan dolayı' bu cezayı istedin” diye sorulacaktır.
14 aydır tutukluyum. 66 yaşındayım. Kalbimin 4 damarı değişti. Stentim var. Kalp, şeker, tansiyon, guatr ve prostat olmak üzere 5 kronik hastalıkla boğuşuyorum. Tecrit edilmiş vaziyette başkalarıyla koridorlar değil selamlaşmak, göz temasının dahi yasak olduğu, son derece gayri insani şartlarda neredeyse torumun yaşındaki memurlarca 9. kısımda zevkle aşağılanan, denetimli serbestlik adlı cevazla affedilen katillerle, hırsızların, yankesici ve kaçakçıların boşalttığı bir hapishanede, Türkiye'nin en korunaklı Silivri Cezaevi'nde yatıyorum. 14 aydır ne savcı yüzü gördüm ne bir mahkemeye çıktım.
Kendimi savunacağım ama bilmelisiniz ki;
Doğru dürüst hukuki yardım alma imkanlarında mahrum, avukatımla son derece kısıtlı görüşebildiğim kadarıyla, yanımızda memur ve bizi kaydeden kamera karşısında, bazen sadece 10 dakika görüşerek, avukatımın bana getirdiği bir dokümana ancak 2.5 gün sonra kavuşarak, ihtiyacım olan bilgi kaynaklarına erişemeden, hafızamı zorlayarak bu savunma metnini hazırlamış bulunuyorum.
Kimseye kırgın veya kızgın değilim. Allah'tan tutukluluğumu ve çektiğim eziyetleri günahlarımın kefareti ve ahirete yatırım saymasını diliyorum. Bu 14 ay zarfında kendimi hapishanede değil, manevi bir hastanede farz edip 66 yılın muhasebesini yapmaya, manevi hastalıklarımı tedavi etmeye çalıştım.
İddianameye karşı yapılacak bir savunma yok. Ben bir yazarım ve savcı benim 6 yazıma, sadece atıfta bulunmakla yetinip hangi cümlelerin suç teşkil ettiğini belirtmemiş. İddianamenin son sayfasında gayet açık bir biçimde yazılarda 'suç unsuruna rastlanmamış”, “yazılarda suç unsuru belirlenememiş” demiştir. Ancak yine de savcı soyut bir 'duruş' kavramı kullanarak suçlu olduğumu belirtmiştir. Duruşun ceza kanunundaki tarifine ve hangi maddeyle suç sayıldığını bilmiyorum.
Devlet madem bu yapıyı terör örgütü saydı, yapması gereken, mezkur yapıyla ilişkili her birim ve faaliyeti mahkeme kararıyla yasaklamaktı. Hukuk devletinde bir eylemin suç olup olmadığına siyasetçiler, medya, troller veya idari kurumlar değil, yasalar ve mahkemeler karar verir.
Cebir, şiddet, kin, nefret ve tehdit kullanmadan terör örgütü üyeliği olunmayacağı hukukun evrensel kurallarından olduğu gibi, on yıllardır süren terör suçlarına ilişkin içtihat kararları da bu yöndedir. Ben hangi silahlı-bombalı eyleme katıldım. Nereye molotof kokteyli attım, kimin eğitim kampına gittim, hangi silahlı çatışmaya girdim, ne zaman ve nerede güvenlik kuvvetlerine saldırdım? Sahte kimlik mi kullandım? İllegal bir toplantıya mı katıldım?
Gülen ve grubuna övgü yağdıranlara baktığımızda, içlerinde çarpıcı isimler görürüz ki bunlar ülkemizin siyasi ve idari hayatında kilit noktada yer işgal etmişlerdir. Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Ahmet Davutoğlu, Hüseyin Çelik, Süleyman Soylu, Faruk Çelik, Recep Akdağ, Hüseyin Kocabıyık, Melih Gökçek, Recep Tayyip Erdoğan, Bekir Bozdağ. Bu siyasetçiler örgütün gizli-karanlık yüzünü görmemiş olabilirler. Ama görevi icabı bilmek durumunda olanlar bilememişlerse vahim bir durum vardır. Devletin en tepedeki zatları bu örgütü bilememişse, benim konumumda olan biri nasıl bilebilir ki? Hayatım boyunca askeri vesayete ve darbelere karşı durmuş bir insanım. Siyasilerin 'yanılma, kandırılma hakları' var da, sorumlu mevkideki zatların görev ihmallerini anlayışla karşılamak var da, neden benim bu hain-sinsi örgütün karanlık yüzünü fark edememe hakkım yok?
Araştırmak, tecessüs etmek benim işim değildir. Tecessüs’te bulunmak yetkili devlet kurumları ve şahıslarına aittir. Onlar şüphe edip araştırmamışlarsa, bu görevi ben mi yerine getirecektim? Ben de aynen 11. Cumhurbaşkanımız Sn. Abdullah Gül gibi bu grubu “hayırlı faaliyetler yapan sivil bir hareket” olarak gördüm. Ben bu ülkenin iç ve dış güvenliğini her türden tehdide karşı korumakla yükümlü olan kurum ve kuruluşlar dışında kalan siyasetçilerin, sivillerin, aydın ve akademisyenlerin 15 Temmuz öncesine ait teveccüh ve övgülerini samimi buluyorum.
Madde madde cemaatten FETÖ'ye
Bence Gülen hareketi “cemaat” iken iyi idi, güzel hizmetlere imza atıyordu; zaman içinde kötüye dönüştü, FETÖ oldu. Onu övenler, destek verenler suç ortakları değil, iyi vasıflarına, hizmetlerine teveccüh gösterdiler, destek verdiler.
Bir keresinde Sn. Cumhurbaşkanı şöyle sitem etmişti: “Ne istediniz de vermedik?” Doğru, her istediklerini alabiliyorlardı. Çünkü istedikleri iyi şeylerdi. Fakat cemaat “Allah rızası”na dönük hizmet yolunda dev adımlar atarken;
1) Güç zehirlenmesine uğradı.
2) Hormonal büyüme onlarda kibre yol açtı.
3) “Her istediğimizi yaparız, yaptırırız” vehmine kapıldı.
4) “Biz Nuh’un gemisiyiz. Hak ve Hakikat’i biz temsil ederiz, diğerleri kumda oyun oynayan çocuklar. Hele Afganistan, Irak, Filistin de işgal edilmiş toprakları için mücadele edenler “terörist”tir. Biz İslam’ın tek barışçı, gülen yüzüyüz’’ demeye başlayıp diğer İslami grupları küçük görmeye başladılar.
5) Bazı mensupları girdikleri yerlerde istilacı davrandılar, diğer gruplardan insanlara neredeyse hayat hakkı tanımadılar. En azından benim şahit olduğum birkaç olay var.
6) Hak ve Hakikat üzere olduklarına inandıklarından grup adına bazı gayrimeşru işler yapmaya göz yumdular. KPSS sınavlarıyla ilgili sonradan ortaya çıkan itiraflar gibi.
7) İlk ortaya çıkışlarında cemaat piramidi iyi insanlardan oluşuyorken, büyüdükçe içine “Şeytanlar ve iyi saatte olsunlar” karıştı. Ak süte kirli su katıldı.
8) 18 sene boyunca Amerika’da oturan lider, herkesin gözlediği gibi Türkiye’de olup bitenleri belli-küçük, dışarıdan birilerinin nüfuz edemeyeceği şekilde dar bir kadro aracılığıyla öğrendi. Gözlemler eksik, bilgilerin bir kısmı yanlış, haberlerin önemli bölümü manipülatif oldu.
9) Yargı, Emniyet ve Askeriyede güç kazandıkça devlet çarkını kendi inisiyatifleri altına alabileceklerini vehmetmeye başladı.
10) Temel bir gerçeği gözden kaçırdılar: Savcı, hakim, polis ve asker, şu veya bu cemaatin değil, sadece devletin savcısı, hakimi, polisi ve askeri olur. Bu Hanefi hukukçuların icma ettiği temel bir ilkedir. Bu ilkeye aldırış etmediler. Hanefilere göre, sosyal grupların bayrağı, bastığı parası, adliyesi, hakimi, polisi, askeri olmaz. Bunlar sadece devlete aittirler.
11) FETÖ olduktan sonra ve birtakım dış servislerle fazlasıyla içli-dışlı oldular.
12) İyi niyetle onlara bağlananlara “Büyüğümüz bu hafta yine Hz. Peygamber’i rüyasında görmüş.” diye neredeyse “haftalık rüya seansları” uydurdular; böylece “sadık rüya” haberini istismar ettiler, Efendimiz (s.a.)’in hukukunu ihlal ettiler.
13) Onlara bağlanan on binlere “Biz bir gün darbe yapacağız” demediler. Bir cemaate girmek akittir yani sözleşmedir. Kimseyle darbe sözleşmesi yapmadılar. Darbe teşebbüsüyle akde ihanet ettiler. Yüzbinlerce insanı çoluk çocuklarıyla, aileleriyle büyük mağduriyetlere uğrattılar.
14) Bu ülkenin her kesiminden akademisyen, aydın, entelektüel, yazar, STK temsilcileri bu yapıya teveccüh gösterdi; “farklı kesimler bir araya gelip konuşabilir, uzlaşmaya dayalı bir toplumsal sözleşme çıkar” diye umuda kapıldı. İnsanlar bu umutla koşarak Abant Toplantıları’na katıldı.
Siyasi ayak
Evet, herkes iyi niyetliydi, umutluydu. Meğer bunca akademisyen ve fikir adamının bu yapının nezdinde bırakın polis ve asker kadar, çeyrek değeri bile yokmuş. Belki de toplantılarına iyi niyetle katılan aydınları, akademisyen ve fikir adamlarını kendi “şakirtler”i zannettiler. Onlara gayrimeşru iş ve amellerinde kayıtsız şartsız destek verecekleri vehmine kapıldılar. Sonunda Yapı’nın “güvenlikçi kanadı” her şeyi çivi gören çekiç misali, meşruiyetin dışına çıkarak güç kullandı; ya iç ve dış şer odaklarının aleti oldu veya bu şer odaklarıyla darbe düzenleyerek güç ve iktidar sahibi olabileceği vehmine kapıldı; 249 şehide mal olan bir darbe teşebbüsüne girdi; böylece üstünlüğün ve nihai kararın maddi güç sahiplerine ait olduğunu bir kere daha göstermiş oldu; yüzlerce akademisyen ve fikir adamını pişman etti, hüsrana uğrattı.
Aklımdan geçmedi
Bu yapının iyi, meşru ve aydınlık yüzüne bakıp da destek veren siyasilerin ben iyi niyetlerine inanıyorum. Dolayısıyla “FETÖ’nün siyasi ayağı” varsa, bu kendi içindedir. Belki şu anda tabanda on binlerce insan da aldatıldığını düşünüyor, derin bir pişmanlık duyuyor. Siyasilerin yanılmaları, pişman olmaları mümkünse, piramidin “ibadet ve ticaret” tabanında samimi olanların da pişman olmaları mümkündür. İnsanların “tövbe etme hakkı vardır.” Çok önceden de bu yapının bazı zaaflarını teşhis edebiliyordum. Ama her ne olursa olsun, bir darbeye kalkışabilecekleri aklımdan geçmedi.
SANIK SAYISI 31'E YÜKSELDİ
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusü'nün karşısında bulunan binada 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen duruşmaya 21 tutuklu sanık ile 5 tutuksuz sanık hazır bulundu. Öte yandan Zaman Gazetesi eski yöneticisi tutuklu Adil Gülçek hakkında hazırlanan iddianamenin de bu dava ile birleştirildi. Böylece davada sanık sayısı 31'e yükselmiş oldu. Duruşma tutulu sanıkların savunmaları ile devam ediyor.
İDDİANAME
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu Savcısı İsmet Bozkurt tarafından hazırlanan 64 sayfalık iddianamede FETÖ yapılanmasının tarihsel gelişimi, amacı ve hedefleri anlatılıyor. Örgütün medyayı ne zaman ve ne şekilde kullandığına da ayrıntılı değinilen iddianamede, örgütün strateji gereği 2013 yılına kadar devlete ve hükümete karşı gizli ve derinden bir mücadele yürüttüğü, 2013 sonrasında ise açıktan saldırıya geçtiği iddia ediliyor. Örgütün, basın ve ifade özgürlüğü sınırlarını aşarak devlet sırlarını ifşa ettiği, algı oluşturarak meşru hükümetleri çalışamaz hale getirmeyi hedeflediği kaydedilen iddianamede, bunu yapması için de medya gücünü kullandığı, şüphelilerin de haber ve yazılarıyla bu durumu bilerek sürdürdüğü öne sürülüyor. 31 şüpheli hakkında "Darbeye teşebbüs" suçundan 3'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve "Silahı terör örgütüne üye olmak" suçundan da 15'er yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.