Av. Özcan, Can Radyo'ya konuk oldu
İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan Can Radyo’ya konuk olarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan Can Radyo’ya konuk olarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İşte Baro Başkanı Av. Aydın Özcan’ın değerlendirmeleri...
Ülkede gerçekten hukukun işlediğini düşünüyor musunuz?
Tabii ki ülkemiz bir demokrasi ve hukuk devleti ama ideal bir hukuk devletinden bahsedebilir miyiz onu sorgulamamız gerekir. Biz bu anlamda geçtiğimiz dönemde barolar olarak avukatlar olarak, meslek örgütleri olarak ülkemizdeki hukukun daha da iyi işlemesi anlamında birçok faaliyette bulunduk, birçok eylemler düzenledik. Özellikle iç güvenlik yasa tasarıları mecliste görüşülürken, İzmir’de 79 baro ve Barolar Birliği Başkanı’yla birlikte “Türkiye Adaletini Arıyor” mitingini 11 Nisan 2015 günü gerçekleştirdik ve İzmir’de yaklaşık 20 bin kişinin katılımıyla 79 Baro Başkanı ve Barolar Birliği Başkanıyla birlikte Cumhuriyet Meydanı’ndan Gündoğdu Meydanı’na yürüdük. Amacımız torba yasalarla ülkenin yönetilmemesi, ülkenin demokratik yasalar çıkarılmak demokrasinin tam bir şekilde işletilerek muhalefetiyle sivil toplum örgütleriyle hukukun üstünlüğünü yargı bağımsızlığının sağlanmasıdır. Bu amaçla bu eylemleri gerçekleştirdik. Aynı zamanda basın özgürlüğünün ülkemizde en ideal bir şekilde işlemesi için gereken duyarlılığı ve kamuoyuna gereken bilgilendirmeyi yaptık. Ama öyle bir aşamadan geçti ki ülkemiz, 15 Temmuz kalkışmasını, darbe girişimini yaşadık. Darbe girişiminin de ne kadar ciddi olduğunu ve çok ucuz bir şekilde atlattığımızı düşünüyorum. Zira başarılı bir darbe girişimi olsaydı, hukukun üstünlüğü ve demokrasiden söz etmemiz mümkün olmayacaktı. Bugünkü şartları bile arıyor olacaktık. Bu nedenle 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan şartlar sonrasında KHK’larla yönetilen bir süreç var. Bunda da biz barolar olarak hukukçular olarak, meslek örgütleri olarak, hukukun içinde kalınarak gerekli soruşturmaların yargılamaların devam etmesini düşünüyoruz. Bu anlamda kurunun yanında yaşın da yanmaması için kamuoyuna gerekli uyarıları yapıyoruz. Masum insanların da suçluların yanına katılmaması konusunda gerekli duyarlılığın gösterilmesini istiyoruz. Özellikle yargılamayı yürüten savcıların, hakimlerin ve güvenlik görevlilerin gerekli hassasiyeti göstererek bu soruşturmaların, yargılamaların sürmesini istiyoruz. İzmir Barosu özelinde de bu konudaki görüşlerimizi gerek cumhuriyet başsavcısıyla gerekse güvenlik güçleriyle çok net bir şekilde paylaştık. Bu anlamda da gerekli tedbirleri alıyoruz özellikle CMK müdafiliği yapan meslektaşlarımızı 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 1500-2000’e varan CMK görevlendirmesi yaptık. İlk başta bu görevlendirmeleri yaptığımız meslektaşlarımız cezaevlerinde özellikle müvekkilleriyle görüştürülmedi, görüştürüldüklerinde de meslektaşlarımıza yönelik güvenlik güçlerinin kötü davranışları söz konusuydu. İzmir Barosu olarak hemen müdahale ettik, meslektaşlarımızın itilip kakılmasına asla müsaade etmeyeceğimizi çok net bir şekilde söyledik. Hatta görüşme odalarının çok az olduğunu gördük. Hemen müdahale etmek suretiyle meslektaşlarımızın müvekkilleriyle daha rahat bir ortamda görüşmelerini sağladık. Bu anlamda Ankara ve İstanbul’dan da daha hızlı bir şekilde hareket etmek suretiyle bu sorunların giderilmesi anlamında İzmir Barosu üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. En son da özellikle meslektaşlarımızın müvekkilleri kendi yakınlarıyla bile görüştürülmezken yine İzmir barosu olarak devreye girdik ve tutukluların belli sınırlar içerisinde yakınlarıyla görüşme olanaklarına kavuştular.
Daha önce bir balyoz Ergenekon davalarını gördük. O dönem hukukun çok işlemediğini gördük. Bugün de benzer bir durum var. Mağdur insanlar da var. Bu durumda mağdur insanlar nereye başvuracaklar, nasıl kendilerini ifade edecekler?
Özellikle 15 Temmuz öncesinde Balyoz, Ergenekon ve Askeri Casusluk davalarını söylediniz. Gerçekten orada bir tertiple karşı karşıya olduğumuzu biz hep söyledik. 11 Nisan’da Türkiye Adaletini Arıyor mitinginde de biz bunları dile getirdik. Yani hukuksuzluk yapıldığını masum insanların bir hiç uğruna cezaevlerinde yattığını dile getirdik. Ergenekon yargılamalarına katıldık, Silivri’ye gittik, oralardaki mağdur insanların yanında yer aldık. Açıkça bu kişilerin bir tertiple karşı karşıya kaldığını görüyorduk ve bir hukukçu olarak buna sessiz kalamazdık. Var gücümüzle bunun ortaya çıkarılması anlamında gerekli girişimleri yapmıştık. Ama işte 15 Temmuz süreci bu hukuksuzluğu açık bir şekilde gözler önüne sermiş oldu. Yani 15 Temmuz’da bir örgütün bu yargılamaları adeta ülkedeki yargı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğünü yok edecek bir şekilde ele geçirdiğini çok açık bir şekilde bize gösterdi. İşte bundan ders çıkarmamız lazım. Şimdi bunları gören bir ülke olarak 15 Temmuz’dan sonraki süreçte yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için gerekli girişimlerin yapılması gerekir. Tabii bu örgütün içerisine katılmış olan yargıçlar savcılar olabilir, bunların ayıklanması tabii ki bir gerekliliktir. Kaldı ki benim mantığım bir hukukçu olarak demokrasi karşıtı olunmasını kabul etmiyor. Yani bir hukukçunun demokrasi karşıtı, olmasını darbeden yana olmasını kabul etmem mümkün değil. Eğer bir hukukçu gerçekten hukukçuysa orada hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını savunması gerekir, darbeden kalkışmalardan medet ummaması ve herhangi bir hukuksuzluğun içinde yer almaması gerekir. Yani bir hakim ve savcı özgür iradesiyle karar vermelidir. Eğer bir başka yerden hangi gerekçeyle olursa olsun talimat alıp uyguluyorsa burada hukukçuluktan bahsedilemez. Bu kişinin hukukçu olması kabul edilemez, isterse en iyi üniversitelerden diplomasını alsın. 15 Temmuz süreci bunu gösterdi. Şimdi hakikaten 15 Temmuz süreci içinde yer alan hakim ve savcıların ayıklaması gerekli az önce de dediğim hiçbir dahli olmayan insanları da bunun içine katıp sayıyı arttırmak adına sırf muhalefet ediyor diye bunu da genişletirsek bunun altından kalkamayız. Çok objektif kurallarla bunun yapılması gerekli. Suçluların çok iyi bir şekilde tespit edilerek gerekli önlemlerin alınması gerekirken mevcut hakim ve savcıların da özellikle anayasada yer alan hakim ve savcılık teminatından yararlandırılmaları gerekir. Özellikle doğal savcı ilkesi doğal yargıç ilkesinin hayata geçirilmesi gerekir. Evrensel ceza hukuku, hukuk kurallarının uygulanması gerekir. Siz bunları göz ardı ederek kendinize göre bir hukuk devleti yaratmak isterseniz bunun altından kalkmamız zor olur. Hukuka güven esastır, kamu düzeni de hukuka güven ne ölçüde varsa o ölçüde varsa o ölçüde işlerliğini korur diye düşünüyorum.
Başkanım, dediğiniz gibi ayıklanması lazım ama hem cumhurbaşkanı hem muhalefet liderleri şöyle bir şey söylemişlerdi at izi it izine karıştığı bir süreç var. Bu ayıklama yapılırken ne kıstas alınmalı? Kişi avukattır öğretmendir, birilerine göre hükümete göre suçludur ama gerçekten bununla bir ilişkisi yoksa bunu nasıl tespit edecek? Ve şöyle bir tezat var binlerce kişilik liste bir gecede hazırlanıyor ve eğitim senli öğretmenler açığa alınıyor. Bir gecede nasıl böyle bir karar verilebiliyor ve sizce bunun yöntemi ne olmalı?
Yöntemi gayet basit deliller olmalı. Hakkında deliliniz yoksa ceza hukukunun evrensel ilkesidir, şüpheden sanık yararlanır ilkesi vardır. Eğer o kişiyi mahkum edecek elinizde yeterince delil yoksa o kişi suçsuzdur.
Evet doğru ama bugün bir çok insan hakkını arayamıyor. Hani Adalet bakanı şöyle bir laf etmişti. Bize FETÖ üyesi değilim diyen %1’in altında değilim demişti ama biz diğer gazetelerde okuduğumuzda Eğitim-sen’li öğretmen hatta 430 tanesi Tunceli’de görevine iade edildi. Tamam belki içinde olan mutlaka vardır. Ama bunun içinde sadece öğretmenler olmamalı. Birçok insan işte dün bir milletvekilinin kardeşi tutuklandı, İstanbul büyükşehir belediye başkanını damadının FETÖ terör örgütüne üye olduğunu basın yazdı. Şimdi siyasi ayak alttaki insanlar mı yoksa biraz da tepeden bakarak bu temizliğin yapılması gerekmiyor mu? Şimdi burada bir güvensizlik var. Aşağıdaki öğretmeni alacaksın ya da kirasını falanca bankasına yatırmış bir polis memurunu ya benim ev sahibim kiramı falanca banka yatırmamı istemişti ben de yatırdım.
Tabi bunların, kişinin gözaltına alınmasını gerektirecek sebepler olmaması gerekir. Mevcut yasalarımızın hakim ve savcılar tarafından hiçbir baskı altında özgür iradelerini sakatlamayacak şekilde karar vermeleri gerekir. Yani mevcut hakim ve savcıların hakimlik ve savcılık teminatları Anayasa’nın 139-140. Maddesindeki hakim ve savcılara verilen o teminatın, Anayasanın tam olarak uygulanması halinde hakimler ve savcıların özgür ve bağımsız olarak kara vermeleri sağlanmalıdır. Hakim ve savcıların mevcut delillere göre serbest bıraktığı bir kişi hakkında kimse aklında kuşku duymamalıdır. Ne siyasinin ne de sokaktaki vatandaşın. Bu kişi serbest kalıyorsa hakkında yeterince suç deliline rastlanmamıştır ibaresi herkesin kafasında yer almalıdır. Ama görüyoruz ki bu 15 Temmuz kalkışmasından sonra ön safhada yeralan suçlu kişilerin serbest bırakıldığı şimdi halen tutuklanamadığı bir dönemi yaşıyoruz. Sizi gayet iyi anlıyorum. Bir çok siyasinin bu örgütle bu örgütle bağlantılı olduğu söyleniyor. Ama onlara bir şey yapılmıyor, onu anlıyorum sorunuzdan. Gayet haklısınız. Yani yasalar önünde herkes eşit olmak zorunda. Hukukun üstünlüğünün amacı budur zaten. En güçlü kişiyle en güçsüz kişi yasalar önünde eşit olmalıdır. Bunun sağlanması gerekir yani bizim meslek örgütleri barolar olarak, hukukçular olarak en başta talep ettiğimiz unsur budur. Hukukun üstünlüğü, herkes hukuk karşısında eşit bir şekilde yer almalıdır. En tepedeki ile sokaktaki vatandaş yani Cumhurbaşkanı ile sokaktaki vatandaş da eşit olmalıdır. Kim suçluysa onun cezalandırılması gerekir. Bunu sağlamamız lazım. Evrensel hukuk bunu diyor. Bunu yaptığımızda zaten hukuksuzluk diye bir şey kalmayacaktır, yargı bağımsızlığı kendiliğinden sağlanacaktır. Herkes suç işlediğinde yargılanacağını ve ceza işleyeceğini bilecektir. Ama şimdi ülkemizde mevcut anayasa hükümleri uygulanmaksızın bir hukuk uygulanmaya çalışıldığını da kabul etmemiz lazım. Yani şimdi bir hakim savcı vermiş olduğu karardan dolayı belli bir yaptırımla karşı karşıya kalıyorsa burada yargı bağımsızlığından söz etmek olağandışı kalıyor. O nedenle bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak ideal hukuk devletini ihdas etmemiz lazım. Bunu ihdas edersek bana göre bir çok sorun kendiliğinden çözülecek. Yani hukuk devleti evrensel boyuta geldiğinde hem sosyo kültürel anlamda hem de ekonomik anlamda tam olarak sağlanacaktır. Yurtdışındaki yatırımcı da buna güvenerek gelip yatırımını yapacaktır. Yine yurtdışındaki Türk vatandaşlarımız Türkiye’de hukuk devleti var deyip Almanya’daki yatırımlarını daha rahat Türkiye’ye getirebilecektir. Avrupa’daki iş adamı rahatlıkla gelebilecektir. Şunu da ifade etmek istiyorum, 15 temmuz darbe girişimi çok ciddi bir olay, bununla ilgili kamuoyunda zaman zaman değişik fikirler ortaya atılıyor. Özellikle dış güçlerin Türkiye üzerinde darbe girişimiyle elde etmek istediği amaç doğrultusunda halen bir girişimde bulunabileceği söyleniyor. Yani bana göre bu tek başına bir örgüt işi değil. Bana göre Türkiye’nin üzerinde hatırlayınız 100 yıl önce bir Sevri uygulamaya kalktılar. Bu 15 Temmuz kalkışmasıyla dış güçlerin Türkiye üzerindeki oyunlarının devam ettiğini ifade etmek istiyorum. Türk Milleti olarak, buna karşı da çok uyanık olmalıyız.
Milletvekilleri mecliste yemin ederken arkalarında egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyor. Aslında burada ilk öne çıkan şey herkesin milletvekili de olsa bakan da olsa Cumhurbaşkanı da olsa yasalar karşısında eşit olması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü demokrasiyle yönetilen ülkelerde bu böyle. Bizde bu böyle midir? Çünkü son dönemde insanların adalete çok da güvenli bakmadığını görüyoruz.
Şimdi özellikle hukukun Türkiye’de tam olarak işlediğini düşünmek istiyorum. Bu anlamda Türk milleti olarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak tüm kurumlarıyla çok çaba sarf etmemiz gerek diye düşünüyorum. Ve bu konuda çok ciddi bir özeleştiri yapmak suretiyle bu konuda evrensel boyutlara ulaşma konusunda neler yapabilirizi masaya yatırmamız gerekir. Bu konuda da en büyük görev TBMM’ye düşmektedir. TBMM’de iktidarıyla muhalefetiyle bir araya gelmek suretiyle bu konuyu masaya yatırılması gerekir. Tabii meslek örgütleri olarak ve sivil toplum örgütlerinin de bu işin içinde yer alması gerekir. Bu ciddi manada ülkenin geleceğinin birlikte geliştirilmesi ve ülkenin hızla kalkınması ve demokratikleşmesi aynı zamanda ideal bir hukuk devleti olması için gerekli olan bir çalışmadır. Bunu yaptığımız takdirde ülkemizdeki birçok sorunun altyapısını çözmüş olacağımızı, belki de bir çok sorun çok üst seviyelere gelmeden çözülecektir. Bu çok önemli. Bunu önemsiyorum. Ama bunun yapılabilmesi için de gerçek bir iradenin oraya konulması gerekir. Mecliste bulunan iktidar ve muhalefet partileri gerçek iradelerini ortaya koymaları gerekir. Yani politik sebeplerle sırf oy kazanmak amacıyla bazı şeyler yapıldığı takdirde bunun istenilen sonucu vermeyeceği de açık. Onun için bizim gibi meslek örgütlerinden hukukçulardan da yararlanabilirler. Biz barolar olarak hukukçular olarak her zaman siyasetçilere yardımcı olmak isteriz. Biz tecrübelerimizi onlarla paylaşabiliriz. Bir çok öğretim üyesi hukukçumuz var, Avrupa’daki mevcut yasal durumları inceleyen karşılıklı durumları masaya yatırıp çözüm üretebilecek meslektaşlarımız var. Bunların fikirleriyle ortaya çıkacak, siyasilerin fikirleriyle ortaya çıkabilecek çözüm önerileri olabilir. Bunları ortaya koyabiliriz. İşte ülkenin en büyük sorunu bu bana göre. Yani muhalefet ve iktidar partileri başta olmak üzere ülkenin aydınları bir araya gelmek suretiyle sorunları tespit edip çözüm önerileri ortaya koyması gerekir. Bunu yapabilmeliyiz. Bunu yaptığımız takdirde bu 15 temmuz darbe girişimleri olmayacak. Sokaktaki vatandaşımız TBMM’deki siyasilere güven duyacak, sivil toplum örgütlerine güven duyacak, , hukukçulara güven duyacak, hakime güven duyacak, savcıya güven duyacak. Ve dolayısıyla bir çok olay başlamadan son bulacak.
Şimdi aslında yıpranmasının bir nedeni de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu liderine o kadar çok sözler sarf edildi ki bugüne kadar, iki ay önce Sayın Cumhurbaşkanı Lozan bizim için çok önemlidir, ülkemizin tapusunun ve özgürlüğünün belirlendiği bir anlaşmadır, bugün Lozan’ın başarısının bize yutturulduğunu söyledi. Şimdi böyle olunca da aslında bu bizim gerçekliğimiz elbette ki eksikliklerimiz olabilir ama şöyle bir durum da var. Lozan çok büyük bir başarıdır. Şimdi bir taraftan Sevr’i incelediğinizde o zaman Lozan’ın ne kadar başarılı olduğunu anlayabiliriz. Bir çok insan iki ay önce bunu alkışladı ama dün aynı kitlenin yine alkışladığını hissediyorum. Dün öyleydi bugün nasıl böyle oldu? Burada anayasada suç teşkil ediyor mu bilmiyorum tabii onu hukukçular biliyor. Başta da söylemiştim son on günde 12 televizyon on bir gazete kapatıldı. Kıstas ne bilmiyorum tabii. Hukuka aykırı mı yasal mı onu da bilmiyorum KHK’lar doğru mudur ya da yasal mıdır bir karşılığı var mıdır hukukta onu da sormak istiyorum. Hem gazetelerin, televizyonları ve çıkan yasaların sizce hukukta karşılığı var mıdır bu durumda. Bir de KHK’lar durmadan çıkıyor, sanki yasalar bekledi birden bire olağanüstü hal çıktıktan sonra yasalar çıkmaya başladı. Bunu daha önce yeni kapı ruhu dediğimiz siyasi parti liderlerinin dillerinin yumuşatılması, cumhurbaşkanının dilinin yumuşatılması işte insanlarda bir umut ışığı oldu bir anda evet böyle olmalı ülke böyle yönetilmeli, 15 Temmuz’a karşı durmak böyleydi. Sizin de biraz önce bahsettiğiniz bir diyalogun olması lazım. Çünkü bu diyalog halka da yansıyor. Halka yansıyınca hukuka da, sağlığa da, eğitime de yansıyor. Şimdi böylesi bir durumda dil yeniden sertleşmeye başladı, işte yasaların çıkması, CHP’nin çıkan KHK’ları Anayasa Mahkemesine götürmesi var, bunun karşısında Adalet Bakanı’nın bunun mümkün olmadığını söyledi siz ne düşünüyorsunuz?
Şimdi Lozan’la ilgili son açıklamaları kabul etmek mümkün değil. Çünkü bu ülkemizin maalesef tarihi gelişimiyle de ilgili tarihi gerçekleri bana göre yansıtmıyor. Şöyle ki 180’lü yıllardan itibaren Osmanlı Tarihini incelemeye başladığımızda gerçekten balkanlardan Osmanlı ve Türklerin bir şekilde atılması söz konusu. Yani Orta Anadolu’ya doğru göçe zora zorlanması söz konusu. 1800’lü yılların ortalarında 1850’lerde, 1870’lerde Bosna Hersek’de Karadağ’da çok büyük katliamların yapıldığı ve balkanlardan Orta Anadolu’ya doğru bir kaçısın olduğu söz konusu. 1900’lü yıllara geldiğimizde, işte 1912’de Selanik’in elden silah atılmaksızın çıkması yine 1913’te Batı Trakya’nın Bulgaristan’a terki ondan sonra oradaki halkın kendiliğinden bir mücadele sergilemesi ve Batı Trakya Türk Cumhuriyetini kuruluşu, akabinde tekrar Osmanlı’nın ve Rusya’nın istekleri doğrultusunda tekrar Bulgaristan’a teslimi 1913 İstanbul Anlaşması bunları dikkate almak gerekiyor. Ve 1913 İstanbul Anlaşması’nda neleri terk ettiğimizi ortaya koymak gerekiyor. Tarihi tarihçilere bırakmak gereklidir ama bizim de tarihi de bilmemiz gerekir. Çünkü o tarihten ders çıkarmamız gerekir. Aynı hataları tekrar etmemiz gerekir. Eğer ders çıkarmazsanız tarih tekerrürden ibarettir derler. Bu yaşanan bir sözdür. Adalarla ilgili de işte 1913’te Osmanlının gücünü ve o tarihleri iyi bilmek lazım. Yapılan anlaşmaları bilmek lazım. Neleri terk etmişiz. Lozan’da örneğin batı Trakya konusunda halk oylaması yapılması istendiğinde ismet İnönü’nün önüne 1913 İstanbul Anlaşması getirilmiştir. Çünkü imzalamışsınız oraları terketmişsiniz, Bulgarlara teslim etmişsiniz. Aynı zamanda adalarla ilgili o zamanki Osmanlı’nın deniz gücüyle o adalardaki mevcut duruma yine tarihsel olarak bakmak lazım. Tarihi iyi okumak lazım. Lozan bu ülkenin çimentosudur. Yani Sevr anlaşmasını Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve silah arkadaşları yırtıp atmışlardır, yedi düvele karşı savaşmışlardır. Hatırlayın Anadolu’da İngiliz himayesinde ve diğer Fransız’ı İtalyan’ı bütün İtilaf Devletleri Anadolu’yu adeta işgal etmiştir her köşesini biz Türklere küçücük bir bölge bırakılmıştır. Bu ortamdan Mustafa Kemal’in iradesi sayesinde Türk Milleti’nin büyük desteği ile Anadolu düşman işgalinden kurtarılmış ülke Osmanlı döneminde kapitülasyonlarla ticari olarak işgal edilmiş, adeta bağımsızlığı yok olmuş bir ülkeyi Lozan’da tekrar siyaseten ve fiilen özgür ve bağımsız kılmış bir başarıdır. Bunu hepimiz böyle görmeliyiz. Mutlaka tarihte hatalar olmuştur ama Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ülkeyi yoktan var etmişlerdir. Ve buna da Türk Milleti olarak teşekkür etmek lazım, hangi siyasi görüşten olursak olalım ortak değerlerimize ve ülkemizin üstün çıkarlarını üst seviyede tutmamız gerekir. Eğer bu ülkeyi özgür ve bağımsız yaşatamazsak işte dibimizde Suriye ve Irak, hiçbir mesleği icra edemeyiz. Bırakın icra etmeyi özgür olarak sakaklarda dolaşamayız. 1990’lardan beri Irak’ta neler olduğunu görüyoruz. Saddam’dan kurtarılsın, demokrasi gelsin dendi, Saddam’dan kurtarıldı ama o halkın iki yakası bir araya gelmedi maalesef dünyada bir emperyalizm var, emperyalist ülkeler var. Güçlü ülkeler var buralardan nemalanmak istiyorlar. Bunu çok açık biliyoruz bilmek zorundayız. Ama maalesef Türk Milleti bu konuda da o ülkeler tarafından kullanılmak suretiyle halen güneydoğuda yaşadıklarımız her gün şehit cenazeleriyle kahroluyoruz baktığımızda dış destekli olduğu da çok açık. Arık millet olarak uyanmak zorundayız. Millet olarak bu güzel vatanda hepimiz kardeşçe yaşayabiliriz. Hepimiz hukuk devleti paydasında adalet paydasında birleşebilir, çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakabiliriz. Bunları konuşmamız lazım. Bu ülkenin birlikte ürettiğimiz mali değerlerini kültürel değerlerini harekete geçirmek suretiyle bu kaynaşmayı yapmak suretiyle bu kavgadan bu Güneydoğu’daki şiddette ülkeyi arındırabiliriz ve çocuklarımıza iyi bir gelecek hep birlikte bırakabiliriz. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün yurtta barış dünyada barış sözü bu o kadar isabetli ki bunu hayata geçirmemiz lazım. Bunun için de Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu yolda ilerleyerek vatanımızı milletimizi severek çalışmamız gerek diye düşünüyorum.
Tabii ki bu ülkede bütün iktidarlar iyi şeyler yapmaya uğraşıyor. Bugün de öyle. Mutlaka Cumhurbaşkanı bunları söylerken belki kafasında farklı şeyler vardır bilmiyoruz ama. Biz muhalefetiyle cumhurbaşkanımızla, başbakanımızla yönetimimizle sadece istediğimiz bir şey var herkesten ama üzerinde yaşadığımız sadece bir ülkemiz var ve başka gidecek yerimiz olmadığına göre o zaman ülkemize sahipleneceğiz. Herkesi kucaklayacak ve kardeşleşmeyi geliştirecek zeminler oluşturmak gerekiyor. Bu anlamda umarım siyasiler halka daha iyi anlatırlar. 15 Temmuz sonrasındaki diyalog gerçekten umut vericiydi, hala umut verici olduğunu düşünüyorum. Bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Tabii ki farklı görüşler olabilir. Lozan’ı eleştirenler olabilir. Eleştirmeyenler olabilir. Ama bir gerçeklik var ki bu ülkenin kurucusu bizim için çok önemlidir. Başkanım siz halihazırda baro başkanısınız ve bu dönem yine baro başkan adaysınız galiba. Çalışmalarınız nasıl gidiyor? Aydın Özcan kimdir, neden ikinci dönem baro başkan adaylığını koydu. Aynı zamanda İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal’ın tekrar baro başkanı olmayacağını, tabii bu sizin için geçerli değil, yaklaşık 14 yıldır baro başkanlığı yapıyordu, Ümit Kocasakal olarak devam edeceğim kaldığım yerden, başka bir arkadaşı göreceğini söylemişti. Gelmek kadar gitmek de iyi olmalı demişti. Bu dönemde gerçekten iyi işler yaptınız bundan sonraki iyi, işler yapacağınızı iyi bir ekibiniz olduğunu biliyorum. Aydın Özcan’ın kim olduğunu sorsam ve bundan sonra İzmir Barosu’nun önündeki hedefler nedir
Şimdi öncelikle 1968 Yunanistan Dedeağaç doğumluyum. Halen ailem Yunanistan’da yaşıyor. Batı Trakya Türkü azınlık mensubuyum. Biliyorsunuz Lozan anlaşmasıyla, İstanbul Rumlarıyla Batı Trakya Türkler’i yerinde kaldı onun dışında, İstanbul’un dışındakiler Yunanistan’a ve batı Trakya dışındakiler de Anadolu’ya geldiler. Biz mübadele harici kalanlarız. Yani İstanbul Rumlarına karşı Batı Trakya’da kalan bir azınlığız. Ve onun için de azınlık olarak yaşadığımız için de vatanın ne olduğunu, birinci sınıf vatandaşlığın ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Ben yaşamımın yarısını Yunanistan’da geçirdim. Ve orada azınlık olarak yaşadım. Azınlık olarak nelerden mahrum kaldığımızı gayet iyi biliyorum. Onun için bu ülkede herkesin adalet paydasında hukukun üstünlüğü paydasında birleşmek suretiyle bu ülkenin geleceği için çalışmamız gerektiğini dışarda yaşamış bunların bir kısmını yaşamış biri olarak ifade etmek istiyorum. Öyle ezbere konuşmuyorum onun için herkes bu ülkenin birliği beraberliği ve refahı için çalışması durumunda gerçekten başarının geleceğini biliyorum bu ülkede teröre karşı 79 milyon olarak bir birliktelik içerisinde olursak yine başarılı olacağımızı biliyorum. İşte bunları ifade etmek istiyorum. Bunları hep birlikte gerçekleştireceğiz. Şimdi aynı zamanda 1981 yılında ben Türkiye ye geldim okumak için o dönem Yunanistan da bizi okutmuyorlardı okuyabilmek için buraya geldim ve burada kaldım. Ve büyük sıkıntılar çekerek bu aşamaya geldim 1993 yılından bu yana izmir barosunda serbeste avukatlık yapıyorum. Geçtiğimiz dönemlerde baro yönetim kurulu üyeliği yaptım. Baro başkan yardımcılığı görevlerinde ve baronun bütün komisyonlarında çalıştım. Şimdi de 2014 yılından beri İzmir barosu başkanı olarak görevimi ifade ediyorum ifa ediyorum ve İstanbul hukuk fakültesi mezunuyum serbest avukatlık yapıyorum. Bu kadar tanıtabilirim kendimi 2014 yılında izmir barosu başkanlığına aday olduğumuzda ortaya 60 proje ile çıktık 60 projeyi meslektaşlarımıza tanıttık bir kitapçıkla ve o dönemde rakiplerimiz bu projelerimizin çok olduğunu, ütopik olduğunu hayata geçiremeyeceğimizi, gerçekleştiremeyeceğimizi açık bir şekilde ifade ettiler hiç unutmuyorum geçen 2014 yılının 25 ekiminde genel kurulda bizim projelerimizle rakiplerimiz ütopik olduğu gerekçesiyle alay ettiler ama biz 2014 ekiminde seçimi kazandığımız andan itibaren bu projelerimizi bir bir gerçekleştirmeye başladık. Ve en önemli projelerimiz şunlardı meslektaşlarımıza dokunacaktık özellikle bunu genel kurulda da açıkça ifade etmiştik adliyedeki yine cumhuriyetçi avukatlar döneminde baroya kazandırılan 470 metrekarelik bir lokalimiz var o lokali mutlaka meslektaşlarımıza yaraşır hale getireceğiz dedik ve göreve gelir gelmez hemen 2 ay içerisinde oradaki bütün fiziki alanları steril hale getirmek suretiyle yeniledik meslektaşlarımızın kullandığı bilgisayarları baştan sona yeniledik sıfır bilgisayarlarla donattık orayı orada hiçbir baroda olmayan diş hekimliği ünitemiz var göreve geldiğimizde 1,5 yıldır kapalı olduğunu öğrendik 150 liralık bir masraf için 1,5 yıl kapalı kaldığını öğrendik onu öğrenir öğrenmez aynı gün faaliyete geçirdik.Yine bizim göreve gelmezden önce bizden önceki dönemde meslektaşlarımızın en büyük ihtiyacı olan tuvaletler 7 ay kapalı kaldı onları baştan sona yenilemek suretiyle adeta 5 yıldızlı otellerdeki seviyeye getirmek suretiyle meslektaşlarımızın kullanımına sunduk. Ayrıca İzmir özelinde meslektaşlarımızın sağlık güvencesinin olmadığını biliyorduk oysaki Türkiye Barolar Birliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma fonu var bu diğer illerde özellikle İstanbul’da Ankara’da uygulana gelmekte iken İzmir’de sırf bizden önceki yönetimin şahsi tercihleri doğrultusunda uygulanmadığını biliyorduk göreve gelir gelmez Türkiye Barolar Birliği ile temasımızı kurduk ve şuan 10’a yakın hastane ile yapılmış olan anlaşma neticesinde meslektaşlarımız yatarak 185 bin liraya kadar tedavi olma imkanına sahipler şuan bir meslektaşımız ceketi ile anlaşmalı hastaneye gidiyor sadece avukatlık kimlik kartıyla gidiyor ve 5 kuruş para ödemeksizin yatarak tedavi imkanına sahip oluyor. Yine cumhuriyetçi avukatlar döneminde izmir eşref paşa hastanesiyle yapılmış olan protokol hayattaydı ama çok uygulanamaz haldeydi onu da harekete geçirmek suretiyle ayakta tedavilerde meslektaşlarımıza vip hizmet alacak şekilde tekrar canlandırdık, meslektaşlarımızın sağlık sorunlarını adeta ortadan kaldıracak hastane anlaşmaları yapmış olduk ve bu çok önemli özellikle çok ciddi hastalıklarla karşı karşıya kalan meslektaşların hastanelerde rehin kaldığını gördük vefat eden meslektaşların çocuklarının senetler imzalamak suretiyle cenazeleri aldıklarını tespit ettik şimdi bunlar artık yok. Yapmış olduğumuz bu Türkiye Barolar Birliği ile anlaşmalar neticesinde çok ciddi rahatsızlıklarda bile geceliği 1000 TL’lik tedavi gerektiren hastalıklarda bile meslektaşlarımız 5 kuruş para ödemeksizin 185 bin Tl ye kadar her türlü yardımı alabiliyor. Bu İzmir’de büyük bir devrimdir, bunları gerçekleştirdik aynı zamanda önemli olanları söyleyeceğim CMK Taksi dediğimiz bir olay var CMK görevi alan meslektaşlarımız gece kadın meslektaşlarımız eşleri rahatsız olduğu için veyahut da gece karakollara gidip gelmek sorun olduğu için görev almıyorlardı telefonlarını gece kapatıyorlardı şimdi CMK aracı tahsis etmek suretiyle barodan bir personel tahsis etmek suretiyle gecenin kaçında olursa olsun evinden personel tarafından baro aracıyla alınıyor karakola götürülüyor orada bekleniyor tekrar evine bırakılıyor. Bu durumda bütün genç kızlarımız genç meslektaşlarımız ve genç evli çiftlerimiz dahi gece telefonlarını açmak suretiyle bu gece görevlendirilmesini kabul ediyorlar. Bu haksız rekabeti de ortadan kaldırıyor. Yine gençlere yönelik en büyük projemiz genç ofisleri kurduk Türkiye de bir ilk yani stajını tamamladıktan itibaren avukatlık ruhsatını alıyor avukatlık kanunu gereği 3 ay içerisinde büro açmak zorunda açmadı mı ruhsatı iptal olmuyor ama değişik sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Ekonomik durumu olmayan 10 milyar 15 milyar para ayırıp ta büro açamayacak meslektaşlarımıza genç ofis adı altında bir büroyu hayata geçirdik orada 15-20 genç meslektaşımız ortak büroyu kullanmak suretiyle kendilerine birde sekreter tahsis ediyoruz. Özel toplantı masalarının olduğu son derece modern bir büroyu kullanımlarına sunduk şimdi genç meslektaşlarımız ruhsatlarını alınca seve seve gidip orada aylık 150 lira gibi komik bir kira vermek suretiyle mesleklerini icra edebilir hale geldiler bu çok ciddi bir proje biz ilk açıkladığımızda ütopik olarak buldular oysaki şuan uygulanıyor. Gayet te başarılı aynı zamanda genç ofiste kurmuş olduğumuz toplantı masası odamız var orayı bütün meslektaşlarımıza saat olarak kiralayabiliyoruz.
Başkanım baroda sanırım eğitim programları da veriyorsunuz
Şimdi eğitim konusunda özellikle son dönemde şunu yaptık, ben az önce size adliyede yapılanları anlattım bunun yanı sıra İzmir Barosu’nun Alsancak’taki merkez binasının içini dışını baştan sona yeniledik. Çatıya Baro cafe yaptık yan binada Barohan dediğimiz 6. katta seminer salonunu baştan sona yeniledik. Çünkü göreve geldiğimizde meslektaşlarımızın üzerine, seminer salonunun üzerinden kireçler ve harçlar düşüyordu ve hatta sosyal medyada konu oldu. Nescafe’nin içindeki kireç tozu mu süt tozu mu diye. 4 -5 ay sürecek bir yapılanmaya girdik ona rağmen meslek içi eğitim çalışmalarımızı hiç aksatmadık ve aklınıza gelebilecek her konuda meslek içi eğitim çalışması yaptık. Enerji hukukundan tutun da uluslararası sözleşmeler, uluslararası tahkim, enerji tahkimi ve deniz taşımacılığı konusunda sertifikalı, sertifikasız her türlü eğitim çalışmasını yaptık ve geçtiğimiz hafta sonunda 24-25 Eylül’de uluslararası bir seminer gerçekleştirdik. İspanyol Carlos Üniversitesi’nden sertifikalı bir eğitim, çok komik rakamlara 250 Euro karşılığında uluslararası sözleşmeler, uluslararası tahkim enerji tahkimi ve deniz taşımacılığı konusunda bir seminer gerçekleştirdik. İstanbul Barosu’ndan, Muğla Barosu’ndan bir çok meslektaşımız gelip bulunma ihtiyacı hissetti. Ve simültane tercüme araçlarının baroya girmesi suretiyle anında tercüme yapıldı, baronun tarihinde ilk kez baronun binasına simültane tercüme araçları girdi. Bizim amacımız İzmir Barosu’nu uluslararası bir baro yapmak. Bunu yapabilmemiz için de gerçekten çok çalıştık. Nisan ayında Uluslararası Göç ve İltica Sempozyumu düzenledik İzmir’deki beş hukuk fakültesiyle birlikte. Orada tanışmış olduğumuz yabancı baro başkanları, yabancı eğitim görevlileri ile olan ilişkilerimizi hayata geçirmek suretiyle bu uluslararası seminerleri yapmaya başladık. Amacımız da genç meslektaşlarımıza uluslararası konularda tecrübe kazandırmak, mesleki İngilizce, mesleki yabancı dil konusunda gerçekten onları son derece iyi eğitebilmek ve İzmir Barosu üyesi meslektaşlarımızı İzmir çukurundan diyorum ben İzmir çukurundan çıkartmak, uluslararası birer avukat yapabilmek. Hedefimiz bu olmalı. Bu konuda bende kendimi eksik buluyorum. İzmir’deki meslektaşlarımızın buna ihtiyacı var. İzmir ülkenin 3. büyük kenti 2. büyük liman kenti, Ege’nin bütün ürettiğini, Orta Anadolu’nun bir kısmının ürettiğini İzmir limanlarıyla biz yurtdışına gönderiyoruz. Deniz taşımacılığı ve uluslararası hukuk alanında gerçekten İzmir özeline baktığımızda belki bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar meslektaşımız bu tecrübeye sahip. Oysaki genç meslektaşlarımız, İngilizce, İspanyolca, Almanca gibi uluslararası hukuku işletecek dillere sahipler. Mesleki bilgilere de sahipler aslında. Tek eksik olan onları bu yola sokacak bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olması. İşte biz bu seminerlerle, uluslararası seminerlerle özellikle genç meslektaşlarımız ve konuya ilgi duyan meslektaşlarımızı bu konularda eğitmek suretiyle meslektaşlarımızın önünü açmak istiyoruz. Ve bu anlamda da genç meslektaşlarımıza, tüm meslektaşlarımızdan destek bekliyoruz. İzmir barosu artık bu yola girdi bu yoldan ilerlemesi gerekir. Bunları yapabilmemiz için gerçekten çok çalıştık. Yani iki yıl boyunca gecemizi gündüzümüze katarak meslektaşlarımızın yanında yer aldık hep fikirler ürettik. Bu altmış projenin içerisinde yer almayan bir o kadar daha proje hayata geçirdik ve meslektaşlarımızın kendilerini geliştirebilmesi için her türlü meslek içi çalışmayı yaptık.
İstinaf mahkemeleri kuruldu şimdi. İzmir de yedi bölgeden biri. İstinaf mahkemeleriyle ilgili üç seminer gerçekleştirdik. Salonlara sığmıyoruz. Hatta seçimlere çok az bir süre kalmasına 1 Ekim’de yuvarlak masa toplantısı/atölye çalışması , 3 Ekim’de ise hakim ve savcıların katılacağı uygulamaya yönelik, Yargıtay ile istinaf uygulaması arasındaki farkları, bizzat uygulayıcıların anlatacağı bir çalışma yapacağız.
Bunun yanı sıra özellikle yeni dönem için de projelerimiz var. Mevcut binamız şu an için bize yetiyor ama yeni dönemde Türkiye Barolar Birliği’ni de harekete geçirmek suretiyle adliyeler bölgesinde çok katlı bir binada yaklaşık 6-7 bin metrekarelik bir alanı İzmir Barosu’na kazandırmak istiyoruz. Bu konuda tüm çalışmalarımızı yaptık. Türkiye Barolar Birliği ile defalarca toplantı yaptık, imza aşamasına gelindi. İmzalandığı zaman bu proje İzmir Barosu’na tahsis edilmiş bir bina olacak. Ve İzmir Barosu binalarından hiçbirini satmaksızın bir bina kazanacağız. Bu binada sadece 750 kişilik bir konferans salonu onun yanı sıra meslek içi eğitim çalışmalarının yapılacağı salonlar, lokaller, belki de ileride avukatların nişan ve düğün törenlerini yapacağı çok geniş alanlar olacak. Yine geçtiğimiz dönemde projelerimiz arasında olan meslektaşlarımızın aidatlarını görev yaptığımız her iki yılda da düşürdük. Yani meslektaş odaklı bir baro olduğumuzu hep ortaya koyduk ve baronun meslektaşlarımızın yanında olduğunu hep hissettirdik. Bu süreçte hangi görüşten olursa olsun, herhangi bir gözaltı durumunda herhangi bir yargılanma, mağduriyet, saldırıya uğraması durumunda, her zaman yanında olduk. Hangi mahkemede duruşması varsa bize bildirdiğinde yanında yer aldık. Bu saldırıya uğrayan kim diye sorgulamadık. O bizim meslektaşımızdır. O gerekçeyle onun yanında yer aldık. Bizim grup olarak, rakip meslektaşlarımız gözaltına alındılar yanlarında yer aldık. Cumhuriyet Başsavcısıyla emniyet müdürlükleriyle gidip görüşmeler yapmak suretiyle meslektaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları için gereken çalışmaları özveriyle yaptık. Bizim için meslektaşımız önemli. Mesleğimizin, meslektaşımızın itilip kakılmasına izin vermedik. İzmir barosunu, Baro avukat içindir sloganıyla yönetiyoruz.
Son olarak gerçekten sadece meslektaşlar için değil, halkımız için özellikle kadınlar için yapmış olduğumuz çalışmalar var. Son dönemde maalesef kadına yönelik şiddet artmış olmasına rağmen İzmir barosu bünyesinde yapmış olduğumuz devrim niteliğinde çalışmalarla kadınlarımız özel odalarda avukatlarıyla buluşmak suretiyle kendi dertlerini, özellerini paylaşıyorlar ve anında çözüm buluyorlar. Kadın Hakları Merkezi’nde 350 meslektaşımız gönüllü olarak görev yapıyor. Ve bu anlamda da İzmir Barosu, İzmir özelinde kadınların her zaman yanında olmuştur.
CMK komisyonumuz, CMK konusunda ceza davaları konusunda ihtiyaç duyan mahkemede veya savcılık aşamasında, sorgu aşamasında, karakolda, emniyette avukat istiyorum dediğinde İzmir Barosu CMK sisteminde gönüllü kayıtlı 2000’in üzerinde meslektaşımız görev bekliyor. Görevlendirmeleri anında yapmak suretiyle meslektaşımız vatandaşımızın yanında yer alıyor. Bu 15 Temmuz hadisesinden sonra 1500 görevlendirme, belki bugün 2000’e çıkmış olabilir. Ve herhangi bir kişinin haksızlığa uğramaması için gereken her türlü hassasiyeti gösteriyoruz. Bunları da göstermeye devam edeceğiz. Önümüzdeki dönemde de kazandığımız takdirde bu çalışmaları yapmaya devam edeceğiz.
Ama meslektaşlarımıza da yeni dönemde çok daha kolaylıklar sağlayacağız. Başta meslek sigortasını onlara ücretsiz olarak kazandıracağız. Bu arada sadece merkezde değil ilçelerdeki meslektaşlarımıza da çok yatırımlar yaptık oradaki baro temsilciliklerimizi gerek hijyenik olarak gerek fiziksel olarak gerekse de bilgisayarlarla donatmak suretiyle ilçelerdeki meslektaşlarımıza da her türlü hizmeti ayaklarına götürdük. Şu an herhangi bir ilçeye gittiğinizde sıfır bilgisayarlarla işlerinizi iki dakikada yapıyorsunuz. Hemen meslektaşımız mesleğiyle ilgili başka bir çalışmaya geçebiliyor.
Bir sorunuza cevap vermediğimi hatırladım özellikle basınla ilgili sorunuz olmuştu. İzmir Barosu basın özgürlüğüne son derece önem vermektedir. Basın konseyinin üst kurul üyesiyiz o konuda da Basın Konseyi’yle ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti’yle ortak açıklamalarımız, çalışmalarımız oldu. Biz basın hürriyetine önem veriyoruz. İletişim çağındayız, iletişim özgürlüğüne önem veriyoruz. Bu konuda da herhangi bir haksızlık olduğunda İzmir Barosu olarak yanınızda olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.