Eylül Ayça Karakuş
BAHAR GELİRKEN, GEÇ KALMA
Değerli Medya Ege okuyucularıma sevgi ve saygılarımla güzel bir gün diyorum.
Antalya Bilim Üniversitesi ve Ayzıt Yayınları iş birliğinde çılmış olan Yaratıcı Yazarlık ve Senaristlik Eğitim programının öğrencisi sevgili Hediye TEKİN Pazartesi gününün yazar konuğu olacak.
Hediye TEKİN için aklıma gelen en önemli şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bazı insanlar karekterini ve duygularını kalemine fazlasıyla yansıtır. Hediye TEKİN tüm naifliğiyle kaleminin mürekkebini fazlaca kendi olarak akıttı beyaz sayfalara…
Yapması gereken tek şey vardı, o da kaleminin mürekkebini korkusuzca önce yüreğine saplamak sonra yüreğinden kanattıklarını kağıda kaleme bulaştırmaktı…
Ve şimdi beyaz kağıda bulaştırdığı BAHAR GELİRKEN, GEÇ KALMA yazısıyla Medya Ege’de sizlerle buluşuyor.
BAHAR GELİRKEN, GEÇ KALMA
Önemli olan, ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır. Ne uzun ömürler vardır, boşa geçirilmiş. Ne de kısa ömürler vardır, dolu dolu yaşanmış. Öyle ya da böyle geçer işte zaman, hayat, hayatlar; birileri gider, birileri gelir.
Nasıl da nemli ve buruşuk her yerim. Aşağıya doğru sarksam kanatlarıma kan gider mi?
Ne oluyor, kanatlarım kuruyor ve düzgünleşiyor, sanki birisi beni ütülüyor. Gittikçe hafifliyorum, acaba uçsam ve diğer ağaçları da görsem mi? Burada kalsam, güvende mi olurum?
Duramıyordum yerimde, sanki her dakikamı değerlendirmek istiyordum. İçimden bir ses, zamanımın az olduğunu söylüyordu. Kanatlarımı şöyle bir kaldırayım, dedim. Aman
Allah’ım nasıl da hazırlar uçmaya.
Uçuyordum dalların arasından ağaçların olduğu yer bittikten sonra, düz ve yeşil bir alana geldim. Yemyeşil çimlerin arasında ortası sarı, kenarlarındaki yaprakları beyaz olan çiçekler vardı; devam edemedim yoluma, güzellikleri beni alıkoydu yeni başlayan hayatımın ilk keşif yolculuğunda. Ağaçlar, onların üstündeki yapraklardan birindeki yuvam gibi arkada kalmıştı, kozanın içindeki günlerim.
Bu yeşilliğin içindeki ortası sarı, kenarındaki yaprakları beyaz olan çiçek, beni çağırıyordu; şu anda her şeyden güzel, sıcacık, pırıl pırıl olan oydu. Yavaş yavaş yaklaştım yanına; hafifçe bir yaprağını aşağıya doğru eğdi, sanki buraya konabilirsin dercesine. Bütün ağırlığımı vermiyordum o sarının kenarındaki en güzel beyaz yaprağa; onun üstünde
dururken. Sanki kırk yıldır dost idik de tekrar buluşmuş özlem gideriyorduk. Hiç uyumadan gece gündüz sohbet ettik. İçimden ılık ılık çeşmeler akıyordu, karışıyordu evrenin ırmaklarına. Ben de sanki çiçek açmıştım. Eşlik ediyordu kuşlar cıvıldayarak bana, benim cemre düşmüş yüreğime. Kanatlarımdaki renkler güneşin vurmasıyla daha koyulaşmışlardı da ben de bir başka güzel olmuştum. Bakışlarından bana akan kelimelerden anlıyordum bunu.
İçimden söylesem mi ona, çok sevdiğimi diyordum. Tam o sırada o yine anlatmaya başlıyordu. Öyle güzel konuşuyordu ki, ömrüm daha uzun olsaydı diyordum. Ama benim acelem vardı. Gittikçe gücüm azaldığından, daha çok onu dinliyordum. Son nefesimi “Seni seviyorum” demeye ayırdım. Bir ara verdiğinde cılız bir sesle “Seni seviyorum” dedim.
Duyamadım o, bana ne dedi.
Keşke ben ona sevdiğimi söyleseydim, dedi Papatya. Ve o günden sonra beyaz
yapraklarından her gün bir tanesini “seviyor” diğer gün “sevmiyor” diye soldurarak düşürdü papatya üzüntüsünden. Kalan ömrünü de bu soru ile geçirdi. Duymamıştı kelebeğin son nefesindeki cılız sesindeki “Seni seviyorum” u.
Öyle ise sevdiklerimize dolu dolu “Seni seviyorum” diyelim. İşi papatya fallarına bırakmayalım.
Hediye TEKİN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.