Feriştahı gelse…
İbrahim Aktaş yazdı
“Geçti dokuz yıl,
ey benim 19 yaşım,
ormanda çam dalları yaktığımız
hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek
aya baktığımız
gecelerin üstünden…
Ben
yine söylüyorum aynı şarkıları.
Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa,
ben kattım önüme rüzgarı...
Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin,
gözüme bakabilir
elimi sıkabilirsin…
Ve sen ki…
Sen,
benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
19 yaşım.”
Büyük usta, Nazım Hikmet’in “19 Yaşım” adlı şiiri ile gençliğimi hatırlayarak yazıyorum. Gerçi ve henüz bendeniz; kırklı yaşların yarısını yenice geçmiş olsam da ve dünya sağlık örgütünün kıstaslarına göre, altmışlı yaşlara kadar genç sayıldığımız düşünüldüğünde, okurlarımdan da bu aralıktakileri genç, üzerini de orta yaşlı sayıyor ve geçen gece yaşadığım, uzun süre de etkisinden kurtulabileceğimi sanmadığım ve de en önemlisi; güzel ülkemiz için gelecek umutlarımı yeniden yeşerten bir televizyon programından dem vurarak başlamak istiyorum.
Yılların deneyimi, usta haberci ve orta yaşına rağmen, istisna gençlerden Uğur Dündar ağabey, Tele1 televizyonunda Tuncay Mollaveisoğlu’nun yönlendiriciliğini üstlendiği Anında Manşet adındaki programına konuk oldu. Ve tek konuk O değildi; teknolojinin inanılmaz hızda gelişimi ile ortaya çıkan dijitalleşmenin, yeni meslek gruplarına dahil ettiği, belki de son yılların en popüler işlerinden olan ve elbet ki herkesin beceremediği youtuber ya da internet fenomeni adını yakıştırdığımız gençler vardı yanlarında…
Ve ne güzel bir tesadüftü ki, program; yaşadığım kentte, İzmir’in Konak Atatürk Meydanı’nda, Şehit Gazeteci Hasan Tahsin’in, işgalci düşmana sıktığı ilk kurşunu simgeleyen “İlk Kurşun” anıtının tam önüne kurulan sahneden yayımlanacaktı. Arkamızda İzmir’in tarihi saat kulesi ve usta gazeteci ağabeyim Atilla Köprülüoğlu ile yan yana oturarak ve soluksuz izledik sahnedekilerin resitalini…
Kimler miydi diğer konuklar?
İtiraf etmeliyim ki, kuşak farkı denilen kavramı, defalarca yazmama, defalarca okumama rağmen; bu denli şiddetli ve bu denli içten hissetmemiştim. Hani diyoruz ya; Silent, Baby Boomer, X, Y ve Z kuşakları… Şimdi bir de ALFA kuşağı ekleniyor bunlara… Kendi adıma X kuşağının son temsilcilerinden olsam da, o gün kanlı canlı karşımda oturan ve Uğur Dündar ve Tuncay Mollaveisoğlu’yla ekranları başındakilere harika dakikalar yaşatan o gençleri, yani; Dr. Taylan Yıldız, Pqueen takma adlı Pelin Baynazoğlu, Levo takma adlı Levent Balım, BGY adlı platformun yöneticisi Ömer Serdar Özkan ve bir sokak röportajına yaptığı müdahale ile milyon kere izlenen Kenan Sürmeli’yi ellerim patlarcasına alkışladım.
Onlar; yaptıkları işleri, “nickname” denilen ve internet dünyası için olmazsa olmaz bir veri olan takma adlara nasıl kavuştuklarını, ulaştıkları kitleleri, dünya görüşlerini, yaptıklarını, yapamadıklarını, yapmak istediklerini anlatırken ve özellikle de internetin özgür dünyasından bahsettiklerinde kendi evlatlarım aklıma geldi. Ve dedim ki kendi kendime; bugün doğan dünkünden, yarın doğacak olan da bugünkünden farklı…
Ama tek gerçek ve tek doğru olan- ki, o akşam programda büyük bir içtenlik ve kararlılıkla dile getirdiler sevgili gençler; kendi kendine yeten, dışa bağımlı olmayan, kendi markaları olan, üreten, tam bağımsız ve özgür bir Türkiye Cumhuriyeti hayallerini, isteklerini, ülkülerini… Ve ülkemizi karanlığa götürme konusunda pek başarılı işlere imza atan iktidar ve yandaşlarına da aslında büyük bir şamar gibi patladı bu istekler!
Samimi duygularımla bitireceğim bu yazıyı; Nazım Usta ile başladım, “19 Yaşım” şiiri ile… Ben de 19’umda, 28’imde ve sonraları, daha gençken ve kapitalizmin sıkmadığı zamanlardaki umutlarımı; yavaş yavaş orta yaşa yaklaştıkça; umutlarımda kararmalar, özellikle soyumu devam ettirecek yarınlarımda umutsuzluklar şeklinde yitirmeye başlamıştım. Elbet ki, güzelim memleketim Türkiye’m hakkındaki, bu gençlerle aynı düzlemde olan istek ve hayallerim ile ilgili mücadeleyi gücümce devam ettirmeye gayret ettim. Ki, bu ve benzeri yazılar, bu mücadelenin yansısıdır. Ancak ve özellikle son yıllarda ülkemizdeki gerici ve faşistçe yaşanan her türlü olumsuzluk, ülkemin geleceği için aklımı karıştırsa da; o akşamla beraber bir kez daha gördüm ve emin oldum ki; bu ülkenin temelleri öyle sağlam ve öyle çelik-beton karışımı ki! Feriştahı gelse yıkamaz; Taylanlar, Pqueenler, Levolar, BGYler ve Kenanlar bitmez bizim ülkemizde! Ne iyi ki varlar ve var olacaklar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.