Kılıçdaroğlu: "Bir uyku tulumu veremediniz mi bu askerlere?"
Kemal Kılıçdaroğlu'ndan CHP grubunda önemli açıklamalar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Tunceli'de 2 askerin donarak şehit olması nedeniyle eleştirilerde bulundu. Kılıçdaroğlu konuşmasında şunları söyledi:
"Tunceli'nin Nazımiye ilçesinde, yani benim ilçemde 2 askerimiz donarak şehit oldu. Şehidin babasıyla konuştuğumda, Mersin Milletvekilimiz ailenin yanındaydı, şu bilgiyi aldım. Hiç kimse aramamış. Mezarlıklar Müdürü arıyor, 'Oğlunuz şehit oldu, donarak öldü, dolayısıyla mezarını hazırladık' diye. İçimde 'Nasıl olur da böyle bir şey olur' diye derin bir acı hissettim. Dumlupınar'da yaptığım konuşmada '21. yüzyılda nasıl olur da 2 askerimiz donarak şehit olur. Bunun hesabını birinin vermesi lazım' dedim. Yanlış mı söylüyorum? Ben şehidin, annenin, babanın hakkını savunuyorum. Sevgili Erdoğan 'Sen şehadetten ne anlarsın?' diyor. Ben çok şey anlarım. Bu ülke için hayatını verenlerin hangi koşullarda askerlik yaptıklarını çok iyi bilirim. Senin gitmediğin yerlere gittim ben. Eksi 35-40 derecede nöbet tutan askerlerimizle beraber oldum, Afrin'e giden askerlerle beraber yemek yedim ben. Senin bilmediğin bir şey daha yaptım ben. Bu ordunun kahraman ordusunun rütbesini benim oğlum giydi, ya senin oğlun ne yaptı?
Ben ve benim partim CHP şehitler arasında ayrım yapmaz. Şehit siyasi görüşü ne olursa olsun, doğduğu yer neresi olursa olsun, kimliği, dili ne olursa olsun, bu ülke ve bayrak için hayatını vermişse başımızın üstünde yeri vardır. Ama sen şehitler arasında ayrım yaptın. Ayrımı ortadan kaldıran kanun teklifini de biz hazırladık. Geçen yasama döneminde kabul etmedin, şimdi yeniden getireceğiz. Şehitler ve gaziler arasında ayrım istemiyoruz.
15 Temmuz şehitleri için para toplandı. Ne oldu bu para? Niye şehit yakınlarına verilmiyor? Ne oldu bu para sevgili Erdoğan bunu da mı götürdün? Ben şehitlerin hakkını, hukukunu savunuyorum. Niye vermiyorsun şehit yakınlarına?
Bir uyku tulumu da veremediniz mi bu askerlerimize. Kalkmış 'Benim dedem de falan yerde dondu'. Neyse onu bir tarafa bırakıyorum da yahu kardeşim 21. yüzyıldayız, elin oğlu eksi 50 derecede denize giriyor, kutuplara gidiyor. 2018'in Ekim ayındayız. Ben buna isyan ediyorum. Ben o şehitlerin hakkını hukukunu ararken suçlanıyorum, ağrıma giden de bu. Sen de de ki, 'Ey Kılıçdaroğlu sen haklısın, ben bu işi araştıracağım' de. Sen bana hak vereceğine zeytinyağı gibi üste çıkıyorsun. Senin bundan sonra üste çıkmaya hakkın da hukukun da yoktur. En diplerdesin.
921 anayasasının birinci maddesi, 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' der. Padişahın, egemenlerin değil. Cumhuriyetin temelini de zaten bizim milletimiz oluşturuyor. 1923 seçimi öncesi Cumhuriyet Halk Fırkası'nın birinci prensibini Gazi Mustafa Kemal şöyle açıklar: 'Hakimiyet bilakaydu şart milletindir. Milletin hakiki ve yegane temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin haricinde hiçbir fert, hiçbir kuvvet ve hiçbir makam mukadderatı milliyeye hakim olamaz' der. Yani TBMM'nin üzerinde hiçbir güç tanımıyorum der. O nedenle biz tek adam rejimine karşı çıkıyoruz. Milletin iradesinin tecelli ettiği yer burasıdır. Her siyasi görüşten insan vardır burada. Oturur uygarca tartışır, milletin sorunlarını çözeriz. Parlamentoyu ikinci sınıf bir alan hapsedip, 'Her şeyi ben bilirim, her şeyi ben yürütürüm, her şey benim anlayışımla olur' anlayışı, bizim milli kurtuluş anlayışımıza terstir. O yüzden biz tek adam rejimine karşı çıkarız.
İkinci bir kuralı daha vardır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk der ki, 'Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir' der. 'Hiçbir ülkenin, sınıfın egemenliğini kabul etmem. Özgürlük ve bağımsızlık bu ülkenin tarihinde, dokusunda vardır' diyor. Medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilim ve fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflet, delalet ve cehalettir' diyor. Bugün de bütün gelişmiş ülkelerin bilimi öncelemelerinin temelinde de bu vardır. 'Allah'ın insana verdiği en değerli vasıf olan aklı esas alacaksınız' diyor. 'Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir' der. Hiç kimse Cumhuriyette ne padişahın ne de bir başkasının kölesi değildir. Herkes eşittir. Bunu 1 Kasım 1928'de TBMM'nin açılış konuşmasında söyler.
1931 seçimleri öncesinde bir bildirge yayınlanır, Atatürk şunları söyler: 'Muhterem vatandaşlarım Cumhuriyet Halk Fırkası'nın genel siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kafidir zannederim: 'Yurtta sulh cihanda sulh' için çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin genel siyaseti budur. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştireceğiz.' Düşünün savaş meydanlarından gelen, binlerce kişi gözünün önünde şehit ve gazi olan Atatürk, 'Mecbur olmadıkça savaş bir cinayettir' demiştir. 'Yurtta sulh, dünyada sulh' demiştir. Barışın ne kadar önemli olduğunu anlatmıştır. Biz Cumhuriyet Bayramını, 23 Nisan'ı, 19 Mayıs'ı kutlarken bütün bunları bilmek zorundayız. Bu ülkenin harcında acı, gözyaşı, şehitlerimizin kanları vardır. Onların bize bıraktıkları Türkiye Cumhuriyeti mirasını yüceltmek hepimizin ortak görevi, namus borcudur.
Cumhuriyeti kuranlar ne yaptılar? Bir toplu iğne bile üretemeyen bir imparatorluk devraldılar. Bir metre demiryolu bile yok, bir tane milli bankası yok. 1925'te Kayseri'de uçak fabrikasının temelini attılar. 1934'te Kayseri'den kalkan ilk milli uçağımız Ankara'ya indi. Deniz altının omurgasını Haliç'te inşa etmeye başladılar. Üniversiteleri yeniden inşa etmeye başladılar. Demiryollarını millileştirdiler. Tütün bizim elimizde değildi, Fransızların elindeydi. Tütün rejisini devletleştirdiler. 8 Haziran 1929'da toprak reformu yaptılar, topraksız köylülere toprak verdiler. Osmanlının, övüneceğiz tabii, Fatih de Kanuni de Yavuz da bizim atalarımız, kökenlerimizi oluşturuyor ama Osmanlı'nın parasını basacak bankası bile yoktu. Peki biz en son kendi milli paramızı ne zaman bastık? 1 Haziran 1930'da Merkez Bankası'nı kurdu. Atatürk budur, Atatürkçülük de budur. Atatürkçülük üretim, güç demektir. Kimsenin önünde boyun eğmemek, kimseye gidip 'Bana borç para verir misin' diye yalvarıp yakarmamaktır.
Fabrikaları Anadolu'nun dört bir tarafına yaptılar. 10 yılda memleketi demir ağlarla ördüler. İşte bizim Cumhuriyetimiz budur. O nedenle Cumhuriyet bizim için vazgeçilmezdir. Hangi Cumhuriyet ama? Irak'taki, İran'daki, Libya'daki, Suriye'deki değil. Demokratik, laik, sosyal hukuk devletini savunuyoruz biz.
Oynat
Ses Kapa
Süre 0:00
/
Toplam Süre 0:01
Tam Ekran
This is a modal window.Tarayıcınız desteklemediği için videoda hata oluştu.
Osmanlı'nın borçlarını da devraldı Cumhuriyet ve son kuruşuna kadar ödediler. Kimseye el avuç açmadılar.
Cumhuriyet aynı zamanda bir kadın devrimidir. Kadın erkek eşitliğidir. Pek çok ülkeden Japonya'dan Yunanistan'a kadar, kadına önce seçme ve seçilme hakkını Cumhuriyet vermiştir. Bu ülkenin kadını yeri gelmiş savaş meydanlarında çarpışmış, yeri gelmiş evladını eşini cepheye göndermiş, yeri gelmiş omuzunda cepheye cephane taşımış. Bu kadınlara elbette seçme ve seçilme hakkını Yunanistan'dan, Japonya'dan önce vereceğiz. O nedenle Atatürk'ün büyüklüğü tartışılmaz. Böylesine onurlu bir Cumhuriyet'i kurdular ve bize devrettiler. Biz de çocuklarımıza onurlu bir Cumhuriyeti devretmek zorundayız.
Cemal Kaşıkçı cinayeti
Kaşıkçı gider Washington'da der ki, 'Evleneceğim, bir sorunum var. Suudi Arabistan'dan belge lazım' Derler ki, 'İstanbul'a gidip konsolosluğa başvuracaksın, oradan alacaksın'. Başka ülke söylenmiyor, İstanbul söyleniyor. Gider dilekçesini verir, evrakı ister, '2 gün sonra geleceksiniz' derler. 2 gün sonra giderken nişanlısına der ki, 'Eğer uzun süre çıkmazsam, karakola ve AK Parti'nin Grup Başkanvekili Yasin Aktay'a haber vereceksin' der. Her şey planlı. O 2 gün içinde Suudi Arabistan'dan normal havayolları ve özel uçaklarla katiller Türkiye'ye gelir. Cinayet işlenir, ellerini kollarını sallayarak giderler. Geçen hafta Sayın Erdoğan, 'Salıyı bekleyin açıklamalar yapacağım' dedi. Bekledik. Biz de katillerin isimlerini açıklayacak diye düşündük. Bildiğimiz hikayeyi anlattı ve sorular sordu. Soruları söylüyorum: 'Bu 15 kişi cinayet günü niçin İstanbul'da toplandı?' Bu soruya cevap arıyoruz. Olur. Kahvedeki Mehmet Efendiye soralım. 'Bu kişiler kimden emir alarak oraya gelmişlerdir?' Olur Mehmet Efendiye soralım. 'Başkonsolosluk binası niçin hemen değil de günler sonra inceleme açılmıştır?' Bunu kime soralım? Bunu da Binali Beye soralım, belki o bilir. 'Cinayet ortadayken onca tutarsız açıklama niçin yapımıştır?' Senin görevin ne? 'Ceset niçin hala ortada yok?' Bravo vallahi. Yani en azından bu soruları sorabil. 'Cesedin yerli işbirlikçiye verildiği ifadesi doğruysa, bunu yetkili biri söylüyor, bu yerli işbirlikçi kimdir?' Bunu da Kral Selman bulacak. Bunları söyleyen ülkedeki tek adam. Her şeyden sorumlu olan bir kişi. Bütün bu cinayetten haberi olan bir kişi. Diyeceksiniz ki 'Nereden haberi oldu?' Onu da Yasin Aktay aktarıyor. Çalışırken telefonu çalıyor. Diyor ki, 'Bilinmeyen bir numaraydı. Telefonuma kayıtlı bir numara değildi. Açtım hemen telefonu. Endişeli, çok endişeli bir ses bana 'Yasin Hocam ben Hatice' dedi. 'Hangi Hatice' dedim. 'Yüksek lisans öğrencisi Hatice' dedi, kendisini bir şekilde tanıttı, hatırladım. Epey zamandır tanıdığım ve çok parlak bir öğrenci olduğunu bildiğim bizim Hatice, 'Ben Cemal Kaşıkçı'nın nişanlısıyım' diyor. 'Peki ne oldu?' dedim. 'Cemal Bey konsolosluğa girdi, 5 saattir çıkmadı' dedi. O 5 saat diye hatırladı. Ben 'Ne oldu peki, nasıl yardımcı olabilirim?' dedim. Girmeden önce bana, 'Bir şey olursa, içeride biraz uzun kalırsam ve umulmadık bir şey olursa Yasin Aktay'ı ara' dedi. 'Peki bu durumda ne yapmamız gerekiyor?' dedim. Hatice Hanım, 'Seni işaret ettiğine göre bir şeyler yapabileceğine inanıyor. Ne yapabiliyorsan yap, kime haber verebiliyorsan ver' dedi. Ben de o anda yapmam gereken her şeyi yaptım. Bizim istihbaratı da emniyet güçlerimizi de Sayın Cumhurbaşkanımızın ofisini de hızlı bir şekilde bilgilendirdim. Kısa bir süre içinde bütün makamlar olaydan haberdar oldular ve hemen gereken tedbirler alındı. Havaalanında kuş uçsa artık haberdar olunabilecek kontrol sistemleri devreye alındı.'
Bütün herkese istihbarata, emniyete, Cumhurbaşkanlığına haber verdim diyor. Ses kayıtları da var diyor. Amerikalılar biliyor, bize dinletmiyorlar. Oradan geliyorlar, 'Buyur' diyorlar basıyorlar tuşa, cinayetin nasıl işlendiğinin ses kayıtlarını dinletiyorlar. Peki kardeşim sen bu soruları soruyorsun, peki sen bu katillerin elini kolunu sallayarak yurt dışına gitmesine neden izin verdin? Geçen hafta bu soruyu sordum. Üstelik bunların dokunulmazlığı da yok. Beni suçluyor, 'Kılıçdaroğlu parayı çok seviyor' diye. Pes, paramız pulumuz çok olsa hadi onunki kadar seversin de benim parayla pulla ilişkim yok sevgili Erdoğan. Peki ne diyor bir başka kişi daha var Erdoğan'ın başdanışmanı. O da şöyle yazıyor; Türkiye kraliyet ailesiyle dostluğunu gösterip olayı fazla deşelemeden aksine iyi niyetle adım atarak kral salmana yardımcı oluyor...' Cinayet işlenmiş bir gazeteci öldürülmüş olayı fazla deşelemeden yardımcı oluyor... 'İşte bu yüzden Kral Selman Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı arayıp teşekkür etti...' Ne kadar teşekkür etse azdır. Bir cinayetin üstünü kapatmak bundan daha iyi olabilir mi?
Şimdi diyorlar ki bize gönderin biz yargılayacağız. Onlar da niye size gönderelim diyorlar. Peki Türkiye'de, dünyada buna benzer bir olay oldu mu? Türkiyede iki olay var; Birisi 1942'de. Oz zaman daha Viyana Sözleşmesi yok. Ne oluyor: Alman büyükelçisi Papen'e suikast düzenleniyor İstanbul'da. Suikastı düzenleyenler Rus konsolosluğuna sığınıyorlar. Dönemin hükümeti diyor ki 'onları bize vereceksin.' 'Vermeyiz' diyorlar. 'Çevirin konsolosluğun etrafını', konsolosluğun etrafını çeviriyorlar. 'Ya teslim edersiniz ya da bu ablukayı kaldırmayız' diyorlar. 'Bunun dokunulmazlığı yok' diyorlar. Ve sonunda bu failler Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine teslim ediliyor. 1 Nisan 1942'de yargılanırlar cinayetin Türk ortaklarına 10'ar yıl Rus gizli servisi ajanlarına 16 yıl hapis cezası veirlir. İşte devlet budur.
İkinci örnek, İstanbul'da Irak Başkonsolosluğu önünde Türkmenler eylem yaparlar. Saddam Hüseyin'i eleştirirler. Konsolosluktan ateş açılır ve bir kişi öldürülür. Hemen konsolosluğun etrafı çevrilir ve bize katilleri teslim edin denir. Etmezler, 2 gün sonra teslim etmek zorunda kalırlar. Ve ateş açan Iraklı 30 yıl hapse mahkum olur.
Dünyada da örnekleri var. Kanada'da Japon konsolosu eşini dövdüğü için tutuklanır. Amerika'da yine japon konsolosu eşini araçtan attığı için hapse atılıyor. Biz de failler belli, katiller geliyor, ses kayıtları var, ellerini kollarını sallayarak başkonsolos dahil yurt dışına çıkıyorlar. Bunun adı çadır devletidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.