Dr. Taner Akman

Dr. Taner Akman

Lüks Dinler Çağında Mütevazi Bir Papa?

Papa Francis'in ölümü sırasındaki kişisel serveti sadece 100 dolardan (90 eurodan) azdı.

Hiçbir mülkü, kişisel banka hesapları ve yatırımları yoktu.

İngiliz gazetesi Mirror'a göre, Papa Francis, 2013 yılında Yüksek Papa seçildiğinden beri yıllık yaklaşık 340.000 euro maaş alma hakkına sahipti. Bununla birlikte, İsa Cemiyeti'nin bir üyesi olarak yoksulluk yemini etmiş ve tüm papalığı boyunca bu maaşı asla almamaya karar vermişti.

Francis, selefleri tarafından kullanılan lüks papalık dairelerinde yaşamak yerine, Vatikan'da çok daha basit bir yaşam sürdüğü Casa Santa Marta’daki bir misafir odasında kalıyor, masrafları karşılanmasına rağmen protokol limuzinlerini elinin tersiyle itiyordu.

Papalık döneminde, yemek, seyahat, güvenlik ve konaklama gibi gerekli tüm masrafları Vatikan tarafından karşılanmasına rağmen birçok lüksü reddetti ve mütevazı bir rutin sürdürdü

Bunları neden mi anlatıyorum? Aklıma geldi de; aynı “tevazu” terazisinin öbür kefesinde, bizim coğrafyamızdaki kimi din adamlarının ve tarikat şeyhlerinin günlük vitrini duruyor.

Türkiye’de örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı filosundaki yüksek segment araçlar, Sayıştay raporlarına da yansıdı: taşıt bütçesi 2022’de 100 milyon TL’yi aştı; makam aracı olarak sözü edilen Audi A8 Long’ın o tarihteki zırhsız liste fiyatı tek başına 17 milyon TL’yi buluyordu. Bazı cemaat liderlerinin konvoy hâlinde Mercedes’lerle törenlere gelişi, kamudan alınan ihalelerle büyüyen ticari ağları da basına sık sık konu oluyor.

Sosyal medyada “fenomen imam” diye anılan Miraç Orbay’ın özel jet ve Rolls-Royce ile yaptığı paylaşımlar, tarikat-cemaat çevrelerindeki şatafatı sembolleştirdi.

Bazı şeyh ailelerinin lüks otellerde yapılan, üst segment Mercedes konvoylarıyla süslenen düğünleri; beyaz lüks gelin arabaları da basına yansıyanlardan sadece birkaçı..

Kısacası vatandaştan “sabır, kanaat” isteyen kimi dinî otoriteler, Papa Francis’in yoksulluk yeminine tezat biçimde çok kapılı arabalar, değerli saatler, yüksek bütçeli organizasyonlar ve şatafatlı konaklarla gündeme geliyor. Bu tablo, inancın özündeki tevazu-hizmet prensibine değil; seküler dünyanın lüks standartlarına işaret ediyor.

Elbette her imam ya da şeyh lüks içinde yaşamıyor; ama dinî temsil makamlarının şeffaflık ve mütevazılık ilkesini görünür kılması, inançlı-inançsız herkesin hakkı. Papa Francis’in bıraktığı 100 dolarlık cüzdan, bize tam da bunu hatırlatıyor: Ruhani otorite, gösteriş değil; hizmet ve hesap verebilirlikle anlam kazanıyor.

Dünyanın geri kalanında da benzer manzaralar karşımıza çıkıyor. Amerika’daki “refah müjdesi” vaizleri, Tanrı’yla ancak özel jette konuşabildiklerini öne sürerek milyonlarca dolarlık Gulfstream’ler topluyor; Kenneth Copeland’ın filosu ve Creflo Dollar’ın cemaatten istediği 65 milyon dolarlık uçak bunun en çarpıcı örnekleri Nijerya’da Bishop David Oyedepo’nun yüz milyonlarca dolarlık serveti “imanla zenginlik” doktriniyle meşrulaştırılıyor. Hindistan’da “tanrı-adam” Asaram Bapu ile Gurmeet Ram Rahim Singh’in milyarlık imparatorlukları ashram bağışlarından ve arsa spekülasyonundan doğdu; Tayland’da lüks Ferrari’ye binen keşiş görüntüleri Budist dünyayı sarstı.

Sadece din adamlarının şatafatlı lüks yaşamları mı? İnanç üzerinden oluşan ticari pazar da inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Birçok dinde “kutsal toprak” ile “ticari gayrimenkul” arasındaki çizgi giderek belirsizleşiyor.

Papa Francis maaşını almayı reddetse de Vatikan kurumları 2023 mali yılında (Kutsal Makam + Vatikan Şehir Devleti bütünleştirilmiş hesap) harcamaları 1,34 milyar euro olarak açıklandı; gelir 1,25 milyar euro’da kalınca yaklaşık 90 milyon euroluk devasa bir açık oluştu. 2024 bütçesi açığı da 83 milyon euro. Yani papanın kişisel tevazusu, yılda 1-1,3 milyar euro arasında dönen Vatikan makinesini sıfırlamıyor; geziler, toplantılar, müzeler, diplomasi, medya, emekli maaşları ve yardım projeleri bu büyük bütçeden finanse ediliyor. Roma’daki Aziz Petrus Meydanı’nı çevreleyen sokaklar, haç kolyelerinden lüks saatlere kadar her şeyi satan mağazalar ve beş yıldızlı otellerle dolu; Vatikan kubbelerinin gölgesinde hem hac magneti hem de marka çanta vitrinleri yan yana duruyor. Kudüs’ün Eski Şehir surları içinde de benzer bir tablo var: Via Dolorosa boyunca uzanan baharat, tişört ve “kutsal toprak” şişeleriyle dolu tezgâhlar hac yolunu açık pazara dönüştürürken, Ermeni Mahallesi’nde bir kısmı kutsal alan sayılan taş yapıların lüks otele çevrilmesi tartışma konusu oluyor.

Kâbe’nin çevresi son yirmi yılda bıçak sırtı bir dönüşüm geçirdi. İbadet için dünyanın dört bir yanından gelen hacıların göz hizasına, 601 metrelik Abraj Al-Bait gökdeleni dikildi; saati Big Ben’den daha büyük olan bu dev kule, aynı zamanda “Mecca Royal Clock Tower” adlı beş yıldızlı bir otel, lüks rezidanslar ve yüzlerce markalı mağazayı barındırıyor. Zeminde, Hilton’un Paris Hilton markasına kadar uzanan küresel butiklerin sıralandığı Makkah Mall ve benzeri alışveriş merkezleri ibadet alanıyla neredeyse bitişik duruyor. Saat kulesiyle yetinilmedi. Harem-i Şerif’in hemen arkasındaki Jabal Omar projesi, Ritz-Carlton’dan Conrad’a kadar onlarca beş yıldızlı oteli, binlerce odalı dev bloklar hâlinde yükseltti; bazı kuleler tavaf alanını çerçeveleyen “manzaralı süitler” diye pazarlanıyor. Projenin değeri sekiz milyar doları aştı ve Suudi borsasında işlem gören şirket hisseleri, hac turizmi gelirleri beklentisiyle hızla değer kazandı. Bu dikey büyüme, kutsal mekânın etrafını (yerinden edilen dar gelirli Mekkeliler pahasına) bir lüks gayrimenkul koridoruna çevirdi. Otele dönüştürülen dairelerin gecelik ücretleri bin doları bulurken, alt katlardaki alışveriş katlarında haute couture abayalardan Rolex’e kadar her şey satılıyor. Özetle inancın en sade sembolü sayılan Kâbe’nin gölgesinde bile din, modern ekonomide yüksek getirili bir varlık sınıfına dönüştürülmüş oluyor.

Fransa’daki Lourdes’te, Meryem’in göründüğüne inanılan mağaranın çevresi adeta dev bir turizm kompleksine dönüşmüş durumda; iki yüzü aşkın otel ve “mucize suyu” satan sayısız dükkân, bölge ekonomisine yılda yüz milyonlarca avro kazandırıyor. Hindistan’ın Varanasi kentinde Ganj kıyısındaki ghât’lar hem ritüel arınma alanı hem de sonsuz hatıra eşyası, çay seti ve akıllı telefon kılıfı tezgâhıyla dolu; nehrin hemen arkasında ise “river-view” odalar sunan lüks oteller yükseliyor.

Budist hac merkezlerinden Bodh Gaya’da Bodhi Ağacı çevresine inşa edilen resort zincirleri “VIP meditasyon paketleri” pazarlarken, İspanya’daki Santiago de Compostela’da katedral meydanı hac rozetinden Gaudí tasarımı takılara uzanan bir açık-hava alışveriş koridoru hâline gelmiş; yoğun sezonda konaklama fiyatları birkaç kat artıyor.

Kısacası, ister Kâbe’de, ister Vatikan’da, ister Ganj kıyısında, ister Bali’de, ister Santiago rotasında olsun, kutsallık söylemi günümüzde sıklıkla yüksek metrekare fiyatları, hediyelik eşya ekonomisi ve beş yıldızlı turizm paketleriyle iç içe geçerek inancı küresel bir ticari ürüne dönüştürüyor.

Böylece dinler, her coğrafyada vergiden muaf statüler, şeffaf olmayan bağış ağları ve karizmatik lider kültü sayesinde çağımızın en kârlı sektörlerinden birine dönüşüyor; kutsallık dili, lüks araçlar ve dudak uçuklatan servetleri örtmek için kullanılan ince bir perdeye dönüştürülüyor.

Tevazu ile gösteriş arasındaki uçurum, sadece dinî inananları değil, bütünüyle toplumu sorgulatıyor: Ruha dair rehberlik iddiası taşıyanların, yaşadıkları hayatla verdikleri vaaz arasında samimi bir denge kurmaları artık kamusal bir beklenti hâline gelmiş durumda.

image0.jpeg

image0-1.jpeg

Önceki ve Sonraki Yazılar