Meral Akşener'den Gezi kararına tepki!
Türkiye'de ve uluslararası kamuoyunda büyük tepki çeken Gezi Davası kararına İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Sayın Erdoğan, “Gezi” kelimesinden hep korkmuştur. Bu sebeple, bugün bile, âdeta yemin etmiş gibi, şahsi bir intikam kovalamaktadır" dedi.
25 Nisan günü görülen Gezi Davası'nın son duruşmasında iş insanı Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Yiğit Ekmekçi, Mine Özerden ve Hakan Altınay'a da 18 yıl hapis cezası verildi ve kaçma şüphesiyle tutuklanmalarına hükmedildi. Kamuoyunda büyük tepki çeken Gezi Davası kararına İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de tepki gösterdi. Akşener, "Gezi direnişi, Türk Gençliği için, yalnızca bir protesto değildir. Aynı zamanda, millî şuurun da, ayağa kalkmasıdır. Atalarından aldıkları yetkiyle, derde düşen milletin, gözünü açma mücadelesidir. Kafa yapısı özgürlüğe, milli birliğe, hukuk devletine, gönlü de vatan sevgisine yabancı olan Sayın Erdoğan’ın, Gezi direnişine, iyi gözle bakmasına imkan yoktur. Bu sebeple, “Gezi” kelimesinden hep korkmuştur. Bu sebeple, rayından çıkartmak için, elinden geleni yapmış ve başarmıştır. Bu sebeple, bugün bile, âdeta yemin etmiş gibi, şahsi bir intikam kovalamaktadır." dedi.
Grup toplantısında partililere seslenen Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle oldu:
Bugün, bu Yüce Meclis’in çatısı altında buluşabiliyorsak; Bunu, 102 yıl önce bir araya gelen, o kutlu iradeye borçluyuz. Bugün, bu cennet topraklarda yaşıyor, bu havayı soluyor, bu suyu içiyorsak; Bunu, 102 yıl önce, kula kulluk etmeyi reddeden, cesurlara borçluyuz. Bugün, saraylarda oturup, milletin gerçeklerinden bihaber gezenlere, milletin hakkına girenlere, karşı çıkıyorsak; Bunu, 102 yıl önce, Ankara Ulus’ta, yeryüzündeki tüm saraylardan daha görkemli olan, o mütevazi binada yeniden alevlenen, demokrasi öykümüze borçluyuz!
Bağımsızlığımızın temeli olan 23 Nisan’ı; içimizdeki tüm burukluklara rağmen, çocuklarımızla birlikte yine kutladık. Neşemizi çalanlar, cumhuriyet coşkumuza yine dokunamadı. Atatürk’ü kıskananlar, ona duyduğumuz sevgi karşısında, yine orta yerinden çatladı.
Millet, Vatan ve Egemenlik! Bu üç unsur bir araya gelmezse, ortada milli bir devlet de yoktur. Bu üç unsur, millete ait ve millete dair olmazsa, orada bağımsızlık, refah ve milli gurur yoktur. Yalnızca, devlet aygıtını gasp etmiş çeteler vardır. Bugün milli birliğimiz, Ak Parti iktidarı eliyle, gün be gün zayıflatılıyor. İnsanlarımız gün be gün, ayrıştırılıyor, kutuplaştırılıyor."
Sevginin yerine nefret, saygının yerini öfke ekiliyor. Sınırları eleğe, memleketi de hendeğe çevirip, milletimizin kendi vatanında yabancı hissetmesi isteniyor. Üstelik tüm bunlar, bir tek adamın iktidarı sürebilsin diye, gözümüzün içine baka baka yapılıyor. Bugün vatan topraklarımız, türlü yağmanın ve peşkeşin içinde, parsel parsel satılıyor. İktidar, iktidarda kalabileceği her bir gün adına, kapalı kapılar ardında, Anadolu’yu rehin ediyor.
Ürününü, mahsulünü rehin ediyor. Madenini, toprağını rehin ediyor. Ağacını, suyunu rehin ediyor.
Nitekim; dünün duyun-u umumiye memurları, bugün artık, Varlık Fonu'nda, TOKİ’de, Merkez Bankası’nda ve Hazine’de geziyor. Bugün milli egemenliğimiz, saraydaki bir şen azınlık, varaklı koltuklarında oturmaya devam edebilsin diye, parçalanıyor, pazarlanıyor.Kime şirin görünmek istiyorlarsa, ona yaranmak için, devletin yetkilerini açıkça, hiçbir ar duygusu göstermeksizin satıyorlar.
Kimi zaman, Meclisimizden gasp ettikleri, kanun yapma yetkisini, kimi zaman idare yetkisini, ve kimi zaman da, en son örneğini, Kaşıkçı davasında gördüğümüz, yargı yetkisini, müflis tüccarın, evini barkını satması gibi, nereden 3 kuruş alacaklarsa, ona satıyorlar.
Büyük Türk Milleti! Bugün büyük, derin ve kronikleşmiş bir devlet krizinin içerisindeyiz. Öfkemizi de, umutlarımızı da, beklentilerimizi de, kırgınlıklarımızı da, milli devletimizi, yeniden tesis etmek, hukuk ve adaleti, tek parola yapmak, demokrasiyi tam ve kâmil olarak sağlamak için, kullanmak mecburiyetindeyiz.
Dün, 1920’lerin tarihsel eşiğinde, önümüzdeki imtihan buydu. Nitekim bugün de, önümüzdeki imtihan budur. İşte 6 siyasi parti olarak, buluşmamızın ortak noktası da tam olarak budur. Siyasette durduğumuz yerler farklı. Vaatlerimiz farklı. Gündem karşısında aldığımız tavırlar farklı. Hatta çoğu zaman, söylemlerimiz de farklı. Ama tüm farklılıklarımıza rağmen, Türkiye için ortak görüşlerimiz var.
Mesela; bu ucube sistemin, Türkiye’yi taşıyamaz olduğu konusunda, fikir birliğine sahibiz. Mesela; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in esasları hakkında, fikir birliğine sahibiz. Mesela; rantı, yolsuzlukları, hırsızlıkları engellemek için, Siyasi Ahlak Yasası çıkarılması konusunda, fikir birliğine sahibiz.
Mesela; Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda, fikir birliğine sahibiz. Mesela; Siyasetteki nefret dilinin sonlandırılıp, istişare kültürünün tesis edilmesi konusunda, fikir birliğine sahibiz.
Mesela; demokrasinin işletilmesi, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması, ve kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi konularında, fikir birliğine sahibiz. Bu vesileyle buradan, başta, ev sahipliği yapan Sayın Gültekin Uysal olmak üzere, toplantıya katılan Sayın Genel Başkanlara, huzurunuzda bir kez daha, teşekkür etmek istiyorum. Allah bizleri milletimize karşı utandırmasın.
Biz İYİ Parti olarak; And olsun ki; Egemenliğimize, yeniden sahip çıkacağız! Millet ile devlet arasındaki bağı, yeniden güçlendireceğiz! Cumhuriyetimizin değerlerini, yeniden yaşatacağız! O büyük vizyonun, bayraktarları olan bizler, hâlâ buradayız. Bize Cumhuriyetimizi armağan eden kahramanlarımızın, ruhları şad, mekânları cennet olsun. Rabbim bize, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’de, nice 23 Nisan’ları, neşeyle, coşkuyla ve gururla kutlamayı nasip etsin.
23 Nisan’ın “Çocuk Bayramı” olarak kutlanması, Atatürk’ün çocuklara verdiği değerden kaynaklanır. Çünkü ulusal egemenlik hedefi, ancak ve ancak, millî şuurun, nesilden nesile aktarılmasıyla mümkündür. Yani milletçe, çocuklarımıza değer vermemizle mümkündür. Peki çocuk kimdir? Hep gülsün, mutlu olsun istediğimiz, merak duygusunu ateşleyerek, öğrenmesine rehberlik ettiğimizdir.
Ezber bilgileri, zihnine sıkıştırmak yerine, bilgi üretmesine yardımcı olduğumuzdur. Zorlandığında kolayı gösterdiğimiz, üzerinden sorumluluklarını aldığımız değil, kendi ayakları üzerinde durabilmesi için, cesaretlendirdiğimizdir. Çocuk, ülkemizin geleceğidir...
İşte, Atatürk, daha o yıllarda, çocuklarımızın, ne kadar önemli ve değerli olduğunu gördüğünden,tarihte ilk kez, yalnızca çocuklara özel bir günü, Meclisimizin kuruluş günüyle özdeşleştirmiş, bayram olarak kutlanmasını istemiştir. Nitekim Atatürk, bu vizyon doğrultusunda; “Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek, hepimizin insanlık görevidir.” demiştir.“Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı,Onlar her koşulda, yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.” demiştir. “Çocuk sevgisi, insan sevgisi için bir ihtiyaçtır.” demiştir.
Peki bugün, Gazi’nin, daha 1920’lerde ortaya koyduğu, o vizyonun neresindeyiz? TÜİK’in, “5’inci Çocuk İşgücü Araştırması” sonuçlarına göre, Türkiye’de bir ekonomik faaliyette çalışan, 5-17 yaş grubundaki çocuklarımızın sayısı, 720 bin. Okulunu terk etmek zorunda kalan çocuklarımızın sayısı da, maalesef azımsanmayacak kadar fazla.
Yüzde 78’i kayıt dışı çalışan, adlarına “çırak” diyerek, sorumluluktan kaçtığımız, 2 milyona yakın çocuğumuz var. Bunun da yanında, okula devam ettiği halde, makul bir gelecek kurmaktan yoksun bırakılan, öğrenmesi ve gelişimi, ihmal edilmiş çocuklarımız var.
Peki ya çocuk gelinler? TÜİK’e göre, son 10 yılda, 381 bin 418 kız çocuğumuz evlendirildi. Mendil kapmaca oynamak yerine, mendil satan, oyuncak bebeği yerine, kendi bebeğiyle oynayan çocuklarımız var. Ve ne acıdır ki; cinsel, fiziksel ve duygusal istismardan, koruyamadığımız çocuklarımızın sayısı, son 10 yılda, 700 kat artmış…
Bugün Cumhuriyetimizi kuran iradenin, çocuklarımıza dair koyduğu o vizyonun, işte bu kadar uzağındayız.1921 yılında, Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kurarak, savaşta babasını, ailesini kaybetmiş, yetim çocuklarımıza, kol kanat geren, o kapsayıcı devlet anlayışının, işte bu kadar uzağındayız. Bugün maalesef, Atatürk’ümüzün çocuklarımıza verdiği değerin, işte bu kadar uzağındayız!
Bay Kriz ve arkadaşlarının, ülkemizi içine düşürdüğü, ve her geçen gün, daha da derinleşen ekonomik kriz; milletimizi, 100 liralık bakkal çekine muhtaç ediyor. Poz meraklısı, liyakatsiz kadroların elinde milletimiz, her gün çile çekiyor. Geometri kitabı yazmış, hatta geometri terimlerini Türkçeleştirmiş, bir başöğretmenin kurduğu ülkemiz, 4 işlemi bile bilmeden, ekonomi yöneten bir çapsızlığın vesayetinde, perişan oluyor.
Patolojik bir vaka hâline gelen, bu yönetim anlayışının; artık ne milletimize, ne de memleketimize verecek, hiçbir şeyi kalmadı. Hal böyle olunca da; Bay Kriz ve arkadaşları, saçmalama konusunda, birbirleriyle yarışır hale geldi. Mesela; memleketin okumuş gençleri, her fırsatta iteklenip, akın akın, yurtdışına gitmek zorunda bırakılırken; Ulaştırma Bakanı çıkıp; “Bugün yurtdışına, mühendis ihraç eden bir konuma geldik.” diye övünüyor."
Yani, görevleri gençlerimize iş fırsatları, girişimcilik imkanları oluşturmakla görevli olanlar; ülkesini terk etmek zorunda kalan, okumuş evlatlarımıza, zerre utanmadan “ihracat”diyor. Sorumlulukları, gençlerimize, hayallerini özgürce gerçekleştirecekleri bir ülke sunmak olanlar; beyin göçünü engellemek yerine, gençlerimiz memleketten gitsin diye, ellerinden geleni yapıyor.
Üstelik, bu sözüm ona ihracat patlamasıyla övünürken, bir yandan da, ithalatta rekora koşuyorlar. Ne mi ithal ediyorlar? Sığınmacı… Mühendis ihraç edip, çoban ithal ediyorlar. Doktor ihraç edip, maraba ithal ediyorlar. Kendi gençlerini yoksulluğa mahkûm edenler, kendi ülkelerini mülteci kampına dönüştürüyorlar.
Üstelik, bu sözüm ona ihracat patlamasıyla övünürken, bir yandan da, ithalatta rekora koşuyorlar. Ne mi ithal ediyorlar? Sığınmacı… Mühendis ihraç edip, çoban ithal ediyorlar. Doktor ihraç edip, maraba ithal ediyorlar. Kendi gençlerini yoksulluğa mahkûm edenler, kendi ülkelerini mülteci kampına dönüştürüyorlar.
Mesela; bugün, her 10 evden birinin elektriği kesik, karanlıkta oturuyor. 1 milyon hanenin de, doğalgazı kesik. Ama; ortada böylesine acı bir tablo varken, Enerji Bakanı çıkıp, göğsünü gere gere, Nisan sonu itibariyle, yaklaşık 278 bin abonenin elektriğinin, kesik olduğunu söylüyor.
Yani; görevi, memlekette elektriksiz, doğalgazsız hane bırakmamak olan bakan, zerre utanmadan, 2022 yılı Türkiye’sinde, yaklaşık 1 milyon vatandaşımızın, elektrik gibi temel bir ihtiyaçtan, yoksun olduğunu savunuyor. O da, eğer bu arkadaşların rakamlarına inanırsanız… En acısı da ne biliyor musunuz? Ülkemizdeki elektriği kesik tüm abonelerin, faturalarının toplamı, iki holdingin, silinen vergi borcu kadar etmiyor…"
Mesela; milletimiz, her gün artan pahalılığın altında eziliyor. Siftahsız kepenk kapatan esnafımız, ay sonunu getiremiyor. Asgari ücretliler, emekliler, açlık sınırının altında, hayatta kalmaya çalışıyor. Ama, ışıltılı gözleri, abuk sabuk açıklamaları, ve bir türlü tutmayan, plan, program ve modelleriyle, Türk siyasi tarihine, şimdiden kara bir leke olarak geçen, Nebati Bakan; “Gerekirse gemileri karadan yürütür, hedefimize ulaşırız.” diyor.
Artık “Yürütmeyeceğiz”, “Yürüttürmeyeceğiz.” diyemiyor; “Gemileri karadan yürüteceğiz.” diyor. “Artık israf etmeyeceğiz”, “Bay Kriz’in aklına uyup, Türkiye’yi akıl dışı deneylere kobay yapmayacağız.” diyemiyor. “Gemileri karadan yürüteceğiz.” diyor. Peki, Enflasyonu düşürebiliyor mu? Hayır. Doları düşürebiliyor mu? Hayır. Gençlere iş bulabiliyor mu? Hayır. EYT’yi çözebiliyor mu? Hayır 3600 ek göstergeyi verebiliyor mu? Hayır. Çiftçinin, esnafın, sanayicinin çilesini bitirebiliyor mu? Hayır. Elektrik faturalarını, doğalgaz faturalarını indirebiliyor mu? Hayır. Maaşlara zam yapabiliyor mu? Bayram ikramiyelerine, anlamlı bir iyileştirme yapabiliyor mu? Hayır.
Neymiş? Gemileri karadan yürütecekmiş… Bu söz; ne yaptığına dair, en küçük bir fikri bile olmayan, liyakatsiz bir bakanın, Fatih Sultan Mehmet Han üzerinden, hamaset yaparak, acınası bir şekilde, durumu idare etme çabasıdır. Bu kadar basit. İşte size bu ucube sistemin, memleketimizi düşürdüğü ibretlik durum. Yazıklar olsun.
Bay Kriz ve arkadaşları, kendi aralarındaki, bu pek sevimsiz yarışla meşgulken, onların, pek de umursamadıkları memleketimizde; anneleri yoran, babaları yıkan, evlatları üzen, evlerden, dükkânlardan, tarlalardan taşan dertlerimiz, her gün büyümeye, devam ediyor. Biz de, arkadaşlarımızla birlikte; bu dertleri dinlemeye, duyurmaya ve çözümler üretmeye devam ediyoruz. Nitekim geçtiğimiz hafta da, Kırşehir’deydik…
Girdiğim birçok dükkânda, ışıklar açık değildi… Artık ışık, müşteri gelince açılan bir âdet olmuş.Artan elektrik faturaları, esnafımızı ,böyle bir uygulamaya zorlamış. Biz dükkâna girince ışıklarını açan, berber esnafı bir kardeşim diyor ki; “İdare edecek gibi değil durumumuz. Sabahtan beri 4 müşteri oldu, yetmiyor. Akşama kadar çalış; bir zeytinyağı alamadıktan sonra ne olacak? Son 10 yılın, en kötü dönemini yaşıyoruz."
Akpınarlı bir esnaf kardeşim diyor ki; “İşlerimiz kötü. Türkiye’nin hâli kötü. 60 liralık yağ 200 lira oldu, biz burada hiç satış yapamıyoruz.”
Emekli bir vatandaşımız diyor ki; “3000 lira maaş alıyorum. İkramiyemizi de vermediler. Oğlum düğün yapacak, inşaatta çalışıyor. 3000 lira emekli maaşı mı olur? Biz ne alalım? Gel markete gidelim; eridi, gitti maaş. Bir de kredi çektim, 1600 lira, onu ödüyorum. Daha elektrik var, su var. Bu kışı zor geçirdik. Bu düzen, düzen değil.”
Üretici bir kardeşim diyor ki; “Bu bölgede yaklaşık, 50 bin civarında, büyük baş hayvan vardı. Şu anda, 17-18 binlerde. İşletmelerin, yüzde 75’e yakını kapandı. Kalan arkadaşlarımız da, yüzde 50 kapasitede çalışıyorlar.”
Çiftçi bir kardeşim ise, çok acı bir soru soruyor. Diyor ki; “1980’de 250 dönüm arazim vardı. Sattım, çocukları okuttum. Para yetiştiremedim sattım. 2700 lira maaş alıyorum. Şimdi ben yeğenime, bayram harçlığı göndereceğim, nasıl göndereyim?”
Boztepe’deki üretici kardeşim diyor ki; “Her şey mazota bağlı. Paramız pulumuz yetmiyor. Eskiden biriktirdiklerimizi yiyip geçiniyoruz. Eskiden cebimize 500 lira koyuyorduk, bir hafta yiyorduk. Şimdi bir günde bitiyor. Çiftçinin kullandığı mazotu düşürsünler. Biçerin deposu, 9 bin liraya doluyor. Günlük tüketiyorsun bunu. Biz nereden para bulup da, bu işi yapalım. Nasıl yapalım?”
İşte size; ülkemizin gerçeklerinden, milletimizin dertlerinden, insanlarımızın yaşadığı acılardan bihaber olan iktidarın, geldiği son nokta. İşte size; Hayal satarak, gün geçirmeye çalışanların, ülkemizi getirdiği son nokta. İşte size; Ülkemizi yalanla, dolanla, hamasetle yönetenlerin, milletimize reva gördüğü son nokta. Yazıklar olsun…
Bay Kriz’in, sözüm ona ustalık döneminin, başyapıtı olan bu ibretlik tablo, gençlerimizi nasıl etkiliyor biliyor musunuz?Size şöyle tarif edeyim: Bir cam düşünün. Berrak, tertemiz bir cam…İşte gençlerimiz, yurt dışındaki yaşıtlarının hayatlarını, yabancı ülkelerde olanları, bu camın arkasından, tüm açıklığıyla görüyorlar. O hayatların güzelliğini, bolluğunu ve mutluluğunu izliyorlar. Ama camın arkasından…"
Gördüklerine erişmeye çalıştıklarında, o cama çarpıyorlar. Canları yanıyor, ruhları sıkılıyor, içleri daralıyor; ama onlar, o camın arkasındaki hayata ulaşmak için, çabalamaktan asla vazgeçmiyorlar.
Bugün ne yazık ki; gençler için, Ak Parti’nin Türkiye’sinde yaşamak demek,hayattaki her şeye, o camın arkasından bakmak demek. Nasıl ki, kadınların iş hayatında karşılaştığı cam tavanlar varsa; Artık gençlerimizin hayallerinin, hedeflerinin önünde de, camdan duvarlar var.O camdan duvarların içerisinde; öyle hikâyeler, öyle hayaller, öyle dertler var ki…
Biliyorsunuz, uzun bir süredir gençlerimizi dinliyorum. “Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek başlattığımız,tersine mentorluk oturumlarımızın da, bu hafta, dördüncüsünü gerçekleştirdik. Her defasında olduğu gibi, yine onlar anlattı, ben dinledim. Yine birçok hikâyeye ve acıya şahit oldum. Yine birçok hayale ve derde ortak oldum.
Bu vesileyle, vakit ayırıp oturuma katılan, bana içlerini döken, dertlerini paylaşan, tüm gençlerimize, bir kez daha teşekkür ediyorum.
Henüz 19 yaşında, sağlık meslek lisesi mezunu bir kızımız diyor ki; “Sağlık alanında ilerleyemiyorum, dil kursuna gidiyorum. Yolun başında olduğum için zorlanıyorum.Ne yapacağımı bilemediğim için karamsarım. Hiçbir şeyi başaramayacak gibi hissediyorum. Kardeşim var, onu nasıl kurtaracağımı düşünüyorum. Babam, ben ve kardeşim var. Evde her şeyi ben yapıyorum. Vaktim olmuyor ama, bir şekilde çabalayıp, kendimi kurtarmaya çalışıyorum.”
28 yaşında, harita mühendisi bir gencimiz diyor ki; Asgari ücretin, biraz üzerinde maaş alıyormuş. “4 yıldır sevgilim var, ama beklemek zorundayız. Benim aldığım maaş yetmez, ve o çalışmıyor. O yüzden zor bu süreçte evlenmek.”
20 yaşında, sosyoloji bölümünde okuyan bir gencimiz diyor ki; “Bu ülkeden kaçmak istiyor insanlar.Çünkü saygı görmüyorlar. Ülkede doktor da, mühendis de, güvenlik görevlisi de, saygı görmüyor. Ülkedeki insanlar, bu yüzden kaçmak istiyor. Gençlerin, hiçbir yere güveni kalmadı. Ruhen kendimizi genç hissedemiyoruz. Avrupa’dan 20 yaşında bir genç ile, Türkiye’den 20 yaşında bir genç arasındaki farka bakın. Yani, 20 yaşımızda 40’landık.”
23 yaşında, işletme bölümü okuyan bir oğlumuz, diyor ki; bir asansörle yukarı çıkacak gibi olduğunuzu düşünün. Ama asansör durmuş, sıkışmışsınız. Şu anki iklimimiz de bu.Basıyoruz tuşlara, ama ne kadar çığlık atsan da bir duyan olmayacak kendi kendini kurtarman gerekiyor.”
Size akıl verilmesini değil, kulak verilmesini beklediğinizi biliyoruz. Yargılanmayı değil, anlaşılmayı istediğinizi biliyoruz. Yaptığınız iş, okuduğunuz okul, birikiminiz ve özveriniz karşısında, saygı ve kıymet görmeyi talep ettiğinizi biliyoruz. Baskılardan yorulduğunuzu, özgür olmak için, can attığınızı biliyoruz. Sizi hor gören bu zihniyetle, mücadele ederken, yalnız hissettiğinizi de biliyoruz.
Ama artık yalnız değilsiniz! Artık kimsesiz değilsiniz! Hele değersiz, hiç değilsiniz! Siz, bize Ata’mızın emanetisiniz! Şimdiye kadar kıymetiniz bilinmedi. Ama artık İYİ Parti var!
İktidara geldiğimizde, ilk önce; sizleri yargılayan, gagalayan ve hor gören bu ucube zihniyete, son vereceğiz! Sonrasında; hapsolduğunuz o camdan duvarları yıkıp, sizleri, hak ettiğiniz hayat standartlarına, özgürlüğe ve mutluluğa, mutlaka kavuşturacağız! Ve en sonunda da;El ele, kol kola, hep beraber; güçlü, mutlu ve zengin bir Türkiye’yi inşa edeceğiz! Hiç merak etmeyin, çok az kaldı!
GEZİ DAVASI KARARINA TEPKİ
AK Parti'nin insanlarımızı ayrıştırıp bir millet yerine iki düşman topluluk oluşturma siyasetinin bir parçası olarak 27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul'da ağaçların sökülmesiyle başlayan olaylardan bugüne 9 yıl geçti. Ağaçların sökülmesi bardağı taşıran son damlaydı.
Bu 9 yıllık sürecin, her bir anı, müstemleke valisi gibi, ülke yöneten bir zihniyetin kararları, ve sömürge şirketi gibi, ülke yağmalayan bir rantiye oligarşisinin, uygulamalarıyla geçti.
Gezi; başlangıcından, Bay Kriz’in, türlü provokasyon ve müdahalelerle, rayından çıkarmasına kadar geçen süreçte; ülkücüsünden solcusuna, dindarından sekülerine, kadınından erkeğine, gençlerimizin, o dönem, yaklaşık 10’uncu yılında olan, müstemleke rejimine karşı sergilediği, bir duruş, bir direniştir.
Türk gençlerinin bu direnişi, Ak Parti’nin, FETÖ ile el ele verip, milli egemenliğimize kastetmesine karşı yapılmıştır. Bu direniş, çaresizlere ümit olmuştur. Cumhuriyetimizi, tek bir adama mahkûm etmek isteyenlere karşı, adeta bir duvar olmuştur. Ve o duvar, Sayın Erdoğan ve avaneleri eliyle, rayından çıkartılana kadar da, dimdik durmuştur.
Gençlerimiz, uğruna ölecekleri vatanları, Sayın Erdoğan’ın inşaat baronlarına, peşkeş çekilmesin diye; gurur duydukları devletleri, bir grup meczubun elinde parçalanmasın diye; çok sevdikleri Türk Milleti’nin geleceği, tehlikeye düşmesin diye; bu direnişi gerçekleştirmiştir.
Bu yönüyle Gezi direnişi, Türk Gençliği için, yalnızca bir protesto değildir. Aynı zamanda, millî şuurun da, ayağa kalkmasıdır. Atalarından aldıkları yetkiyle, derde düşen milletin, gözünü açma mücadelesidir. Kafa yapısı özgürlüğe, milli birliğe, hukuk devletine, gönlü de vatan sevgisine yabancı olan Sayın Erdoğan’ın, Gezi direnişine, iyi gözle bakmasına imkan yoktur. Bu sebeple, “Gezi” kelimesinden hep korkmuştur. Bu sebeple, rayından çıkartmak için, elinden geleni yapmış ve başarmıştır. Bu sebeple, bugün bile, âdeta yemin etmiş gibi, şahsi bir intikam kovalamaktadır.
Aradan geçen 9 yılın sonunda, geldiğimiz noktada; bugün, milletimizin her bir ferdinin, çeşitli bahaneler ve keyfi kararlarla, düşman ve hain ilan edildiği; siyasetin, farklılıkların ve her türlü düşüncenin, bir fare tuzağına hapsedildiği; millet ve memleket soyulurken, garibanın, kuru ekmeğe mahkum edildiği; adına da, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi denilen, bir istibdatın içindeyiz.
Ama bilinmelidir ki; hiçbir gayrimeşruluktan, yasallık türetilemez. Akıl ve vicdan sahibi, hiçbir Türk evladı, istibdata boyun eğmez. Şanlı tarihimizin, her dönemi, “Yaşasın Hürriyet, Kahrolsun istibdat!” diye haykıran, cesur vatan evlatlarıyla doludur.
Nitekim dün, “Saray Tiyatroları” eliyle galası yapılan, Osman Kavala davası, toplum vicdanına ve millet varlığına hançer vuran,binlerce yargı trajedisinden, sadece bir tanesidir. Yasama ve yürütmenin yanında, yargı yetkisinin de, saraydaki şımarıkların, nargile masalarına çerez edildiğinin, bir başka önemli kanıtıdır.
Sayın Erdoğan, aklınca, aylarca üst perdeden beylik laflar ettiği, rahip Bronson davası ile, neredeyse kendisini, savcı ilan ettiği, Kaşıkçı davasında, milletin yargı egemenliğini, alenen ve utanmadan satmasının, sadakasını vermiştir.
İşte o nedenle bugün, meselemiz, Osman Kavala değildir.
Çünkü Osman Kavala, mevcut yasalarla, zaten aklanmış, mahkeme bile bunu kabul etmiştir. Bugün meselemiz; milletimizin her bir ferdinin, kısıtlanamaz, devredilemez, engellenemez temel haklarının, hürriyetlerinin, insanca yaşama arayışının, ve buna dair umut ve hayallerinin elinden alınmasıdır.
Bugün meselemiz; iktidar araçları ve devlet organları eliyle, paramparça edilen, yabancılaştırılan, mayası ve özü değiştirilen, 1920 yılında, bu çatı altında birleşmiş bir millet ile, onun vatanını ve devletini, bu ucube zihniyetten kurtarma meselesidir. Bugün meselemiz; istibdat karşısında, hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü, 1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur. 31 Mart’ta, meşrutiyeti yıkmaya kalkışan darbecilerin, karşısında duran irade neyse, Gezi de odur. Demokrasi için seferber olan, o günün Türk Gençleri neyse, ağacına, parkına ve heykeline sahip çıkan, Gezi’deki Türk Gençleri de odur. Türk modernleşmesinin önünde, her zaman engeller olacak. Her devirde, mutlaka yeni Derviş Vahdeti’ler çıkacak. Her devirde, bizi bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahlarımız olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.