Eylül Ayça Karakuş
SANDIKTAKİ HEDİYE
Değerli Medya Ege okuyucularıma sevgi ve saygılarımla güzel bir gün diyorum.
Antalya Bilim Üniversitesi ve Ayzıt Yayınları iş birliğinde çılmış olan Yaratıcı Yazarlık ve Senaristlik Eğitim programının öğrencisi sevgili Nurten AĞAÇBİÇER Medya Ege’de yazar konuğum olacak.
Nurten Ağaçbiçer için aklıma gelen en önemli şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bazı insanlar sol göğsünün altında saklar sakınır;hayallerini, hislerini,duygu vedüşüncelerini.
Açığa çıkarmak yerine en derinde yaşarlar. Nurten’ de onlardan biriydi. Ta ki bizimeğitimlerimize gelene kadar...
‘’Sen de fazlası var ve o fazla olanı kuytu köşeden bulup gün yüzüne çıkaracak olan sensin. ‘’ demiştim.
İyi ki demişim. İşte sevgili Nurten AĞAÇBİÇER’in sol göğsünde sakladığı muhteşem hikaye Medya Ege okurları için yazıldı.
SANDIKTAKİ HEDİYE
Sabırsızlıkla ve heyecanla beklediği an gelmişti. Ay parçam dediği bir tanecik torununa kavuşacaktı. İçinde her türlü sebze ve çiçeğin özenle yetiştirildiği yeşillikler içindeki bahçeli evinde bütün hazırlıklar tamamdı. Bahçesinde yetiştirmiş enginarlardan kendi elleriyle yaptığı mis gibi zeytinyağlı enginar, kabak dolması, yine bahçeden toplanmış lezzetli eriklerden yapılmış turta hazırdı. En önemlisi de hayatta tek torunu olan Sude’ye yapacağı sürprizle içi içine sığmıyordu.
Sudeciğini getiren uçak İstanbul’dan havalanalı iki saat olmuştu. Artık eli kulağındaydı her an kapı çalınabilir ve kavuşabilirlerdi aralarında özel bir sevgi bağı olan anneanne ve torun.
Hayatta çok şeyler görmüş geçirmiş, ne badireler atlatmış, içindeki sevgiyi iyiliği geliştirmeye çalışmış, hayatını çevresindekilere ve insanlığa katkı sunmak için harcamış bilge bir anneanne olmuştu Serpil nine. Aslında nine kelimesi ona hiç yakışmazdı. Çünkü o nice gençlere taş çıkarırdı yaşlandıkça gençleşenlerdendi o. “Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran ideallerin bitmesidir. Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe herkes gençtir.” diye düşünür ve uygulardı.
Yakında evlenerek yeni hayatına adım atacaktı biricik Sude’ciği. Düğünden önce yapmayı arzu ettiği bu görüşme sadece ikisi arasında olmalıydı. İki insanın artık beraber yürümeye karar verdiği bu yol ayırımda, ona naçizane kendi oluşturduğu görüşlerinden kılavuz sunmak istiyordu.
Hafif dik yokuşlu bahçe girişinden bir araba sesi duydu kalbinin heyecanla çırpınışları arasında. Koşarak çıktığı dış kapıyı açarken, sarı renkli takside korna çalarak gelip durdu güzel evin önünde. Sude her zamanki canlılığı, insanın içini ısıtan güzel bal rengi gözleri, minnacık vücudunun yaydığı olumlu enerjilerle taksiciye ücretini ödeyip, arabadan indi. Telaşla inerken kucağındaki papatyalardan yapılmış kocaman buketi yere düşürdü.
Her ikisi de gülüşerek birbirlerini kucaklarken aralarındaki sevgi ve hasretlik önce bahçeye, sonra dışarılara, sonrada gökyüzüne yayıldı. Taksicinin “Abla bunu unutmayın” diyerek elinde tuttuğu papatya demetini uzatması ile yeryüzüne döndüler. Gitmek üzere hazırlanan taksiciye; ‘’Dur, evladım bunu almadan nereye böyle…” diye nefis turtadan bir dilim uzattı Serpil nine içten sevecenliğiyle. Serpil ninenin nefis yemeklerini yerlerken; yaptıkları sohbet mi yoksa yedikleri mi daha lezzetliydi anlayamadılar. Ne önemi vardı ki… Mideleri ve kalpleri aldıkları hazla harmanlanmıştı.
Serpil nine sofradan kalkıp güzel romantik bir müzik açtı müzik çalardan. İnceden en hassas yerlerine dokunan keman eşliğindeki nağmeler doldurmaya başladı kalplerini ve odayı. Daha önceden hazırladığı ıtır kokulu iki mumu yaktı. “Hadi gel buraya Ay parçam” diye karşılıklı duran gül desenli berjal koltukları gösterdi.
“Sen şimdi limonlu tarçın çayımızı doldur ben hemen geliyorum” diyerek odadan çıktı.
Biraz sonra elinde, ince oymacılıkla süslenmiş, özel tahtadan yapılmış antika bir sandık ve güzel yüzünün her birinden anlam fışkıran çizgileri ve gülümsemesiyle geri geldi.
Sude” bu nedir anneanneciğim”diye merakla atıldı.” Bu sandığı senin için hazırladım. Çeyiz sandığın senin. Ama bildiğimiz klasik sandıklara benzemez bunu bilesin haa” dedi.
Karşılıklı oturdular koltuklara. ”Hadi açalım” diye atıldı Sude ellerini çırparak.
Buruş buruş olmuş bereketli elleriyle açtı sandığın kapağını Serpil nine. Önce çerçevesi ve sapı zevkli bir varak oymacılığı ile süslenmiş bir ayna çıkardı.
“Bu ayna senin hayat aynan kızım. Sen hayata ne verirsen, oda aynısı sana geri yansıtır. İyilik, şefkat, merhamet, yaratıcılık, sevgi gibi güzellikleri verirsen, bu aynada bulacağın karşılıkta aynısı olur. Şimdi sana evlilik öncesi bunu vermemin sebebi, sevgili eşine nasıl yaklaşırsan bu aynadan aynısını seyredeceksin. Bunu unutma hiç! Şimdi sıra geldi buna diye sert cilt kapaklı kalın sayfalı defteri gösterdi. Elleri ve sesi titreyerek ilk sayfasını açtı. Bu defteri sen doğduğundan beri, her aşamanda, geçirdiğin bütün zamanlarda günlük olarak yazdım. Sana dair ne varsa burada. İlk yürüyüşünden üniversiteyi bitirip bu hale gelene kadar. Bir de o zamanki ülkemizdeki ve dünyadaki yaşanan olayları da anlattım. İçindekiler senin hayat romanın mı biyografin mi ne dersen artık hepsi var.
Sude gözyaşlarını tutamayıp ağlarken bir defter daha alıp eline açıklama yaptı Serpil nine.
Bu defterde de yeni kuracağın yuvanda zorda kaldığın, içinden çıkamadığın çözümsüz sandığın anlarda sana rehber olacak bilgiler var. Serpil ninenin torbasında biriktirdiği mutlu bir evlilik için kılavuzluk diyebilirsin adına. Sude “Canım anneannem sen yine farkını gösterdin. Herkesin sandığına nineleri çatal, kaşık, dantel, kanaviçe koyarken sen benim çeyiz sandığımı bir geç kızın esas ihtiyacı olan bütün bir ömür biriktirdiğin kıymetli hayat deneyimlerini koymuşsun”
Sarıldılar birbirlerine yine tarihe güzel bir anı bırakarak…
Sude serpil ninenin bilgelik kokusunu doyasına içine çekerek.
Nurten AĞAÇBİÇER
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.