Ne sıcak ekmek gördüm, ne de beni güldüren bir yüz. Neredeyse dünyanın konuştuğu, turistlerin akın akın geldiği, İstanbul gibi muazzam bir şehri olan, tok halkının aç insanından haberi olmayan ülkede yaşıyorum. Bayramların bana göre kutlanmadığı bir ülkede...
Bizim işimi belli, kardeşim, çalışmalıyız. Elimde kuru ekmek, omuzumda boya sandığı. Ben bir çocuğum elleri boyalı. Boyalar bana bakar, ben ise herkese boyalı gelen hayata, boyalı yüzlere ve hiç bir zaman hayal edemeyeceğim boyalı arzulara. Yani benim hayatım başdan sona boyadan ibaret. Ben bir çocuğum, ayakkabı boyayan bir çocuk..
Yaşıtlarım pahalı kıyafetler giyip, pahalı arabalarda gezerken bana düşen boyumdan büyük boya sandığı oldu. Ne alfabe öğrene bildim, ne okul üniforması giydim, ne parklarda oynadım, ne de çocuksu kahkalar ata bildim. Adımı yazmayı bile zorla öğrendim.
Kız kulesine doğru dalgalı denize bakar, Galata kulesinin etrafında turistleri seyrederim. Acırlar bana. Taksimde sokak çalgıcılarını dinler, Eminönünde balık-ekmek yiyen insanlara özenirim. Sultan Ahmet Camisinin dibinde otururum bazen. Sirkecide “boyacı” diye çağırarak dikkat çekmeye çalışırım. Kaybolan yıllarımın, çocukluğumun şahididir onlar. Ve kalbimin en ağrılı durağıdır buralar.
Ben 12 yaşlı ayakkabı boyacısıyım. Çocuğum aslında. Babam hasta, benden küçük iki kardeşim var. Boyamalıyım kardeşim, ilaç parası, ekmek parası için boyamalıyım. Yüzüme bakıp da acıma bana. Derdim de büyük, yaşadıklarım da. Ben bu sokaklarda yaşıyorum, aşağısı deniz, yukarısı çarşı.
Boyacı geldi, bo-ya-cı. Boyayalım ağabeyler, ablalar…