Yazımı aslında günümüz gençliğine hitaben yazıyorum ama günümüz gençliğine yazarken yaşadığımız gençliği ve yaşanacak gençliği görmemezlikte olmuyor.
Yıllar yıllar önce biz de gençtik.
Aynı ülkede, aynı şehirlerde gezdik, okuduk, çalışmaya çalıştık.
Şimdiki gençlik gibi çok çektik, belki biraz daha fazla çekti. Varlar ve yoklar arasında ama netice de çektik.
Geçen bir gencin artan ev, araba ve diğer eşyalarla ilgili son birkaç haftada artan aşırı yükselişle ilgili olarak söylemlerine kulak kabarttım.
Yakın zamana kadar iş bulamayacağından yakınan gençlik, artık evlenmekten, araba, ev almaktan vazgeçmiş hallerini birbirine anlatıyorlar.
Haklılar, fiyatlar hiç de normal olmayan şekilde arttı.
Sadece Türkiye’de artsa bu işin çözümü basit de, dünyada birçok ülke ekonomik krizle mücadele ediyor, bir çok sosyal yardımı kesiyor, ekonomik mücadele verirken de bir yandan da sağlıkla ilgili mecburi kararlar alıp, ekonomiyi daha da zora sokacak hareketler içine giriyor.
Korana salgını başladığında aslında bunların yaşanacağı çok ama çok net biliniyordu. Salgın nedeniyle ülkelerin, şehirlerin ve işletmelerin kapanma politikası ürettiği bir dönemde, üretmeden yaşanan hayatın ekonomik yansımaları bu.
Bugün Amerikan ekonomisi tarihinde ilk defa enflasyon rakamını gördü. Bugünün İtalya’sı ülkesindeki grevlerle mücadele ediyor. Bugünün Hollanda’sı, Fransa’sı vs ülkeleri de ekonomik olarak sıkı bir dayatma politikaları üretiyor.
Çünkü salgın döneminde ekonominin çarklarının birkaç dişlisi kırıldı ve ekonomi motoru şu an için askıda çalışıyor.
Gaz veriyorsunuz, olduğu yerde yakıyor!
Gençlik yıllarımızda bizim için de evler, arabalar uçuk fiyattı. O zamanın gençliğinin gelir seviyesine göre. O dönem benim için ev almak hayaldi. Araba almak ise tamamen lükstü.
Çalışıyordum ama maaşımla bırakın ev veya araba almayı, hayalini bile kuramıyordum.
Aldığım maaşla ki, Türkiye ortalamalarından yüksekti, kirada oturuyor, genel giderlerimi karşılıyor, iş yerinde aldığımız yemek çeklerini de yemek yemek için kullanmıyor, öğleni çoğu zaman bir gevrek peynir ile idare edip yemek çeklerini markette kullanarak ev ihtiyaçlarına para gibi takviye yapıyordum.
Bir kısmı peşin, büyük kısmı krediyle ev aldığımda, benim maaşımın tamamı, eşimin maaşının yarısı alınan kredinin faizine gidiyordu.
Öğlenleri yediğim gevrek ve peynire, akşamları iki yumurta ve bir tas çorba menüsü eklenmişti.
Birkaç yıl zorlandık ama ülkede yaşanan enflasyonun kazanımı da bu olsa gerek, kredinin geri ödemesini iki yıl sonra sadece benim maaşım, üç yıl sonra maaşımın yarısı karşılar oldu. Beşin yılında ise elimde biriken parayla kalan borcumu kapatıp, faiz ödemekten kurtulup, ipoteksiz tapuya kavuştum.
Ev ekonomisi de tıpkı diğer ekonomiler gibi risk almayı, fedakârlık yapmayı gerektiriyor.
Bizim gençliğimiz yaşını, başını almışları hep bir nasihatte bulunurdu, “Ne yaparsanız gençliğinizde yaparsınız, ileri ki yaşlarda da rahat yaşarsınız”
Şunu da aklıma geldi, başka ülkelerin ekonomilerini takip etmeden, kendi ekonomisinde ne yapması gerektiğin düşünmeden konuşmak kadar boş bir konuşma görmedim.
Bugün Dünya’nın en gelişmiş ve büyük ülkelerinde, sokakta kalan, evsiz insanların varlığını düşünün, temel ihtiyacı olan sağlık hizmeti almak için binlerce TL para ödeyen insanların varlığını da düşünün.
Sonra biraz da kendinizi düşünün, gelecekte daha rahat yaşamak için, zor veya kolay, ücreti az veya çok sürekli çalışarak, üreterek, kazanarak şimdiden tedbirlerinizi alın.
Türkiye’nin gelecek nesillerinde sokakta yatıp, kalkan, evsiz, barksız, işsiz, güçsüz insanları olma ihtimali içinde olmamak için!