“Bizim zamanlarımızda…” diye başlayan “Ah o eski ramazanlar…” diye devam eden sohbetleri çok severim ben. Eski ramazanlarda şöyle olurdu, böyle olurdu, diye üstten üstten anlatılan hikayeler değil kastettiğim.
Gerçekten o günleri yad ederken gözleri sofrada bir yere takılır ya insanın, yaşadığı o an’a, belki sofrada şuan bulunmayana hatta dünyada olmayana. O hisle konuşanların hep bir yerlerde eksildiğini düşünürüm.
Ben 28 yaşındayım. “Ah o eski ramazanlar…” diyecek kadar yaşlı olmadığımı biliyorum. Ama kocaman geniş bir ailede büyüdüm ben. İzmir’in minik bir köyünde anneannesi, babaannesi, dedesi, onların çocukları ve kendi çekirdek ailesi.
Böyle anlatırken sıkıcı gibi gelebilir, biliyorum. Ama o eski ramazanların olduğu yıllarda akrabalıklarda “Ahh o eski…” denilecek kadar güzeldi. Zaten aylar, yıllar değildir ki değişen. Zaman akar, akarken insanlar değişir. Yediğiniz yemeğin tadı aynıdır ama yanınızdaki artık sizin gibi değildir. Sen onun eski halini özlersin. Sofrada orucunu açtığın “hurma” aynı hurmadır da sen “yanındakilerin” eski tadını ararsın.
Geçtiğim gece tek başıma sahur yaptığım anlarda eski evimde iki sofraya sığmadığımız sahurları hatırladım. Davulun sesini duymazsak diye cama vuran dedemi, bizden önce kalkıp çay demleyen anneannemi. Felçli olan babaannemin ağır adımlarla sofraya gelişini hatırladım.
Kız kardeşim, öğlene kadar tutacağı orucu için fazlaca heyecanlı olduğundan yarı açık gözüyle durmadan su içerdi. Öylesine içerdi ki ezanı duymadan kusardı bazen. Annem, çay içmediğinde hararet yapar diye ardı ardına doldururdu çayını. Babam karnını doyurduktan hemen sonra ezanı beklemeden yatar, annem son dakika suyu götürürdü yanına. Ben de amcamla didişerek yediğim yemeğimi bitirmeye çalışırdım. Muhtemelen oruç tutmayacak olsa da hepimizden çok yemek yer, durmadan beni sinirlendirirdi.
Şimdi bu sofrada olanların üç tanesi hayatta değil, bir tanesi yok gibi, aileminse çoğu uzakta.
Çekirdek ailemle yaptığım sahurlarda ya da iftarlarda çok mutlu olsam da minik bir Sevdiş’ken yaşadığım ramazanları hatırlamayı seviyorum. Ezanın insanın içine huzur veren sesini duyduğumda kalbimdeki boşluğa dokunup beni duyanlara dua gönderiyorum.
Ramazan sadece oruç tutma ayı değildir. Bu aylar insanların birbirini anladığı, nefsini terbiye ederken başkalarına saygılı olduğu aylardır. Oruç tutun ya da tutmayın. Hiçbir kimse diğerine müdahale etme hakkına sahip değil. Zaten Allah’ın bile müdahale etmediği bir şeye müdahale etmek, kimsenin haddi de değil.
Ama bu aylarda “Ahh o eski…” diye başladığınızda aklınıza gelen şeyleri düşünün. Düşündüğünüz şey her ne ise onu özlüyorsunuz. Sinirlendiğiniz, kızdığınız sokakta yemek yiyen insan değil. Sizi üzen aklınıza gelen şeyin artık olmaması. Böyle durumlarda bir iyilik yapın. Karşılıksız, takdir ya da sevap beklemeden. Bir yakınınıza, komşunuza, tanımadığınız birine ya da sokakta aç yaşayan hayvanlara.
Beklentisiz bir şeyler yapmak içimizdeki boşluğu doldurur. İyilik yapmak sizi de güzellikle yoğurur!