İstanbul’a giden bilir, gidilirse gezmeye gidilir.
İş için gitseniz de gezmeye gidersiniz, ziyaret, düğün, eş, dost için gitseniz de gezmeye gidilir.
O kadar gezilecek yerleri var ki, gezmek günler sürer ama gün kadar gezer doyamazsınız.
Çünkü burası Dünya’nın başkenti İstanbul.
Tarih boyunca geçmişinde birçok devlete, imparatorluğa, padişahlığa başkentlik yapmış bir şehir İstanbul.
Kaç yıl önceydi bilmiyorum, geze geze Ayasofya’nın önüne kadar geldik.
Bize dışardan cami, kapıda bekleyenlere göre müzeydi.
Yabancı turistler içeri girmek için bilet kuyruğundaydı.
Yerli turistler için çok pahalı olan müzeye giren yabancılara göre daha azdı.
Dıştan baktık camiydi ama kapıya konulan gişeye geldiğinizde müze diyerek bilet kesiyorlardı.
Neyse girdik içire. Baktık muhteşem yapısına. İçerisi tam bir manevi coşku içindeydi. Bir taraftan Hristiyanlıktan kalma tarihi görünüm, diğer tarafta Müslümanlıktan kalma muhteşem bir burukluk.
Yıllarca cami olarak kullanılırken, bir anda oranın müze haline getirilmesi, özellikle de Cumhuriyet döneminde müze haline getirilmesi sanki bir şeyleri ödünü gibi geldi bana.
İstanbul’da o kadar cami varken hiç biri müze olmamışken, Anadolu da o kadar kilise varken, hiç biri müze olmamışken, oranın özellikle müze olmasını akıl tutulması gibiydi.
Ama tarihe bakınca akıl tutulması olmuyor.
İstanbul’u fetih eden, koca imparatorluğu yıkan, bir çağı kapatıp, başka bir çağır açan Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’a girdiğinde ilk gittiği yer olması, orada namaz kılması, orayı cami olarak kabul etmesini öğrenince, niye Ayasofya’nın müze olmasını istemiş olabilirler sorusunun da cevabı kendiliğinden geldi.
Osmanlının güçlü olduğu yüz yıllarda Ayasofya’nın cami olmasına karşı hiçbir söz edemeyenlerin, Osmanlı’nın yıkılması ve ardından kurulan Osmanlı’nın geçmişine göre kadar küçük ve daha güçte olan Türkiye Cumhuriyeti’ne burasını müze yaptırabilmenin başarmışlardı.
Güçleri yettiğinde düşündüklerini yapmış ve yaptırmışlardı.
Adına da manevi ve evrensel değer demişlerdi.
Gün geçti, yıl geçti, zaman geçti.
Türkiye Cumhuriyeti güçlendi ve dün de gücünün yettiğini yaptı.
Ayasofya’yı yüz yıllardır olduğu gibi cami olarak kullanılmasına karar verdi.
Yargı kararıyla, yönetim kararıyla.
Bu değişimin, ekonomik hesabını yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece müze gelirlerinden yoksun kalacağını düşünebilirler.
Bu değişimin, siyasi hesabını yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece tam bağımsız devlet olduğunu düşünebilirler.
İkisi de doğru düşünce.
Tek yanlış düşünceleri, Ayasofya’nın kilise olduğuydu.
Fetih edildiği 1453 yılından itibaren Ayasofya camiydi.
Yine cami oldu.
Peki, Ayasofya kilise olarak kalamaz mıydı?
Pek tabi ki kalabilirdi!
Fatih Sultan Mehmet, gemileri karada yüzdürmemiş olsaydı, dünyanın en güçlü toplarını yaptırmamış olsaydı, binlerce şehit ve gazi olmamış olsaydı, orta çağ kapanmamış, yeniçağ başlamamış, Osmanlı İmparatorluğu kurulmamış olsaydı, İstanbul’un adı da Konstantinopolis kalmış olsaydı olurdu!