Ayrılık vakti geldi karakışın. Buğulu gökyüzü baharın gelişini mutluluk gözyaşlarıyla süslüyor.
Cemre dünyaya kavuşmanın özlemini yaşarken, havayla bütünleşiyor. Nefeslere karışıyor. Cemrenin kokusunu işiten rüzgâr ölü toprağı uyandırıyor. Güzün yapraklarını döktüğü çıplak ağaçlar, yeşermenin umudu bekliyor. Karakışın hüzün yağdığı arz, yeniden gülüşlerle renklenen günlerin düşlerini kuruyor.
Havaya karışan cemre, uyuyan kocaman bir buz kütlesine çarpıyor. Çarpmanın dehşetiyle erimeye bayan buz kütlesi, cemreyi önüne katıp ilerliyor. Şelaleler, nehirler, göller, denizler, okyanuslar… Baharın müjdesini alan su, toprağı renklendirmek için gün saymaya başlıyor.
Suyun önüne kattığı cemre karaya vurunca; ölü doğa, yerini renk cümbüşüne bırakıyor. Gökyüzünden akan mutluluk gözyaşları, güneşin parlayan ışığıyla karıştığında renkler birbirinden kopup arşa harika bir renk kuşağı oluşturuyor. Bereketlenen toprakta çağla olgunlaşmak; güzel kokulu ardıç, gül, papatya ve daha nice nice çiçekler doğmak için gün sayıyor. Baharın geleceğini haber alan hayvanlar uyanıp, özgürce koşmayı bekliyor.
Baharın kokusunu duyup huzur bulan insanlar, şölenler hazırlıyorlar. Yaktıkları ateşin üzerinden atlayıp dilekler sunuyorlar. Çocuk kahkahalarının doğaya karıştığı neşeli bir bahar, hüznün tene sinmiş olan tüm umutsuzluğunu bir çırpıda söküp alıyor yerine umut tohumlarını ekip doğmaya başlıyor.