Herkes bakar ama herkes göremez. Baktığı her şeyi kendine göre, kalbinin rengine göre yorumlar. Bakmak sadece sığ sularda gezinmektir, görebilmek ise derinliğe varmaktır. Göz kapağını hareket ettirerek bakabilirsin, ama bilincini ve duygularını açmadığın sürece göremezsin.
"Bak şu karşıda oturan kadın varya ne kadar da güzel gülüyor. Nasılda heyecanla bir şeyler anlatıyor karşısındakine. Oysa gözleri ne kadar da dolu. Sanki sadece bir el bekliyor omzuna dokunacak ve sonra o dolu gözler birden boşalacak gibi..." dedi ihtiyar. Ve devam etti. " Şu öteki masada oturan adam ise her gün gelir ve hep orada oturur bakışlarında çok büyük bir durgunluk var. Sanki çoktan ölmüşte sadece bedeninin vaktini bekliyor. Ne kadar kırılmıș hayata ve insanlara.... "
“Bakmakla görmek arasındaki fark nedir?” diye sormuşlar Mevlana’ya. “Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu? Aralarındaki tek fark sensin” diye cevap vermiş.
Evet sensin!
Çünkü; bakılan ve görülen arasında, bakan kişinin kendi içinde onaylayıp, tercih ettiği bir durumdur. Mesela; uzun uzun konuşmadan da sadece içini görerek anlamlandırabiliriz insanları. Görebildiğimiz kişileri kendimize daha yakın buluruz. Hakikate ereriz, duyguların ötesindeki hakikate....
İkisinin arasındaki farkı kabul eden kişi tabiatindan memnun olmadığını bile hakiketinden dolayı kabul eder. Çünkü bilir içini.
Bakmak tüketmektir, görmek ise tekili çoğaltmak.
Gönül gözünün açık olmasıdır.
Dıştan bakıp, içi görebilmektir.
Bunu yapabilenlerden olabilmeniz dileğiyle.
Sevgilerimle.