Memleket Partisi Ankara Milletvekili adayı ve Yargıtay Onursal Daire Başkanı Mehmet Berber, sosyal medya üzerinden kendisine yapılan saldırıların, haksız olduğunu bildirdi. Devlete 40 yılı aşan bir süre yargı mensubu olarak hizmet ettiğine dikkat çeken Berber, meslekte hiçbir siyasi partinin desteği olmaksızın yükseldiğinin altını çizdi.
Yargıya hizmet edenler için tek kavramın “Adalet” olduğuna dikkat çeken Berber, Platon’un “Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir” sözlerine atıfta bulunarak şu değerlendirmelerde bulundu:
“DEV;YOL ANASOL DAVASI”
"Geçtiğimiz günlerde; sosyal medyada bazı şahıslar ve internet üzerinden yayın yapan bazı basın kuruluşlarında hakkımda; yargılaması yapılan ve yıllara sarih olan basında “Devrimci Yol” davası olarak bilinen gerçekte Dev-Yol Anasol davası olarak Karadeniz, İstanbul ve Ankara üçgeninde bulunan birkaç dosyanın birleştiği davada; sanıkların idam cezası ile tecziyesine haksız bir şekilde karar verdiğimi belirterek hedef gösterilmiş ve bu yolla üyesi bulunduğum siyasi hareket bazı siyasi parti destekçileri tarafından yıpratılmaya çalışılmıştır. Ancak, herhangi bir araştırmaya gerek duymaksızın ayrıca yargıdaki yükselme, seçim ve seçilmenin usul ve esaslarını bilmeden sadece itham siyaseti ile yapılmış olan kampanyaya ilişkin doğru ve gerçek bilgiyi sunak amacıyla iş bu bildirimi yapmak zorunluluğu hasıl olmuştur.
“SUÇ TARİHİ 1976- 1982 YILLARI ARASINDADIR”
Anılan davanın suç tarihi; 1976 ila 1982 tarihleri arasındadır ve örgütlü suçlar kapsamında işlenen bombalama olaylarıdır. Ziraatçiler Birliği, Türk Amerikan Kültür Merkezi, Nenehatun Şubesi Alarko Holding, Hamamönü İş Bankası Şubesi gibi yerlerin bombalanması olayları bu olaylara birkaç örnektir. Yine örgüt tarafından, silahların taşınması, bulundurulması için yer temini, işyerleri açılması sureti ile örgüte para aktarmak ve bu iş yerlerinden elde edilen gelirlerin Türk parası ve Alman Markı olarak örgüte aktarılması, sayısız sahte evrak ve kimlikler düzenlenmesi dosya kapsamında yargılaması yapılan suçlardan bazılarıdır.
“YARGITAY’IN BOZMA KARARI DOĞRULTUSUNDA KARAR VERİLDİ”
Bombalama olaylarında; sivil ve resmi şahısların ölümlerine neden olunduğu, bazı kurum ve kuruluşlara, ev ve işler mallarına zarar verildiği aşikardır. Lakin tarafımın iştiraki olmaksızın yargılama sonucu verilen karar 2000 yılı öncesinde verilmiş olup, o zamanın Yargıtay İlgili Dairesince 23 (yirmi üç) sanık hakkında da “Sıkıyönetim Mahkemesi’nin sanıklar yönünden eski 765 Sayılı TCK 146/1 maddesine muhalefet edilmiştir” denilmesi suretiyle yani o zaman TCK’da bulunan idam cezası verilmesi gerektiğinden bahisle bozma kararı” verilmiştir. 1999 yılında dosya bu sanıklar yönünden tarafımın Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olmadığı dönemde; Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelmiştir. 2001 yılı Ocak ayında Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak atanmam üzerine; dava dosyasını Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak 11 yıla yakın görev yaptığım bu Mahkemede 2 üyemle birlikte yürüttüm. Bozmaya uyulmuş olan dosyanın benim dönemimde Yargıtay’ın bozma kararı doğrultusunda, sanıkların yargılaması yapılarak yürürlükte olan idam kararı verilmiştir.
18 yaşından küçük olanlara hapis cezası verilmiş olup; Sıkıyönetim Mahkemesi döneminde bu kişiler tutuklu kalmışlardır. Benim dönemimde 1 (bir) gün dahi kanun gereği tutuklu kalmamışlardır.
Bu davada idamla yargılanan kişiler tarafımca yapılan yargılamada kanun gereği tutuksuz yargılandılar ve devamında idam cezasının kaldırılması nedeniyle tekrar dosya ele alındığında idam cezaları müebbet hapse dönüştürülmüş olup, yine değişen yasa kapsamında tutuksuz yargılanmaya devam etmiştir. Çünkü suç tarihinden sonraki yasa değişiklikleri ve 3713 sayılı yasa gereğince tutuklu kaldıkları süreler nazara alınarak bu şekilde de am eden yargılama sonucu verilen karar tekrar Yargıtay’a gitmiş olup zamanaşımı ile sonuçlanmıştır.
“HİÇBİR HAKİM ÖNÜNE GELEN BİR DAVAYI GERİ ÇEVİREMEZ”
Bu açıklamalar ışığında, hiçbir hakimin önüne gelen bir davayı ben bu davaya görüşüm veya düşüncem nedeniyle bakmayacağım diye geri çevirmesi mümkün değildir. Ortada suç vardır, masum insanlar ölmüştür ve masum insanlar ile Devletin mallarına zarar gelmiştir. Hakim olarak devletin ve bu insanların hak ve hukuklarını kanunlar çerçevesinde korumak her yargı mensubunun görevidir ve ahlaki olarak insan olmasını bir sonucudur. Tarafımca 40 yıldan daha uzun bir süre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yargı mensubu olarak çalıştım. Meslekte yapılan atama ve yükselmelerin tamamı siyasi makamlar tarafından değil, Hakim ve Savcılar Kurulu’nun seçimiyle olduğunu keza Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığı seçimide o dönem 516 kişilik Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun tercih ve seçimi ile olduğunu belirtmekle beraber hiçbir siyasi partinin yükselmemle alakası yoktur. Bilmeyenlerin de öğrenmesinde fayda vardır. Araştırma ve/veya inceleme yapılmaksızın sadece siyasi husumetlerle 40 yıllık bir emeğin karalanmaya çalışılması hak ve vicdan kavramlarını içlerine sindirmemiş olanların bu ülkeyi yönetmeye talip olduğunu ortaya koymaktadır.
İnsanların ölmesine ses çıkaramayan, devletinin malını yağmalanmasına göz yumabilecek kadar gözlerini siyaset ve hamaset bürümüş insanlar tarafından eleştirilmek ve hatta tehdit edilmek her hakim için bir kaderdir. Lakin, biz yargıya hizmet edenler için tek kavram 'Adalet'tir. Platon’un da dediği gibi, 'Adaletsizliğin en büyüğü, adil olmayıp adil gibi görünmektir.' Her daim adalet ve her daim memleket için çalışmalarımız devam edecektir."