Atatürk, söz söylemede de büyük bir ustaydı. Başarısında bu yönünün payı da büyüktür. Yalnız yabancı dilerde mesela çok iyi bildiği Fransızca ile konuşurken çok dikkatli davranırdı. Yakın arkadaşlarından K. Özalp’e “Lisan bilgisi yeterli değilse konuştuğunuz kimse karşısında esas konudazayıf kalırsınız” dediği bilinmektedir. O sebeple resmî görüşmelerde daima lisanı iyi bilen bir tercüman kullanmaktan kaçınmamıştır.
Atatürk yabancı misafirlere gösterdiği ilgi ve saygının benzerinin, yabancı ülkeleri ziyarete giden Türk devlet adamlarına da gösterilmesini isterdi. Özellikle devletimizin itibarının küçümsenmemesine büyük önem verirdi. Mareşal Fevzi Çakmak’ın Balkan ülkeleri arasında en kıdemli ve en üst rütbeli Genelkurmay başkanı olması nedeniyle, Balkan ülkeleri, askeri toplantılarında protokolde hangi Balkan ülkesinde olursa olsun, en önde yer almasını isterdi. İsmet Paşa Başbakan olarak Türk donanması ile İtalya’ya Mussolini’yi ziyarete gittiğinde, yarı yolda gelen bir telgraftan, Musolini’nin meşguliyeti nedeniyle, Türk heyetine protokole göre gösterilmesi gereken misafirperverliğin tam yapılıp yapılamayacağı konusunda kuşkular doğmuş ve telgraf teatisi neticesinde Türk heyetinin protokole uygun olarak ağırlanacağı garantisi alındıktan sonra donanmanın yoluna devam etmesine müsaade ederek itibarımızın korunmasını sağlamıştı.
Mustafa Kemal Atatürk önemli bir göreve getirmeyi düşündüğü kimseyi, eğer önceden değişik yerlerde görüp, tanımamış ve onun hakkında bir fikir edinmemiş ise, mutlaka birkaç kere görüşerek, bilgisini, zekâsını ve tutumunu incelerdi. İlk görüşmelerden sonra, imkân olursa yaptığı gezilere de götürür, kesin bir kanaate varmaya çalışırdı. Onun gözüne girebilmek için bilgili olabilmenin yanında, cesur, inkılâpçı, batı görüşlü ve özellikle de vatanperver olmak önemliydi.
Atatürk Osmanlı Devleti döneminde hafiyelerden çok zarar gördüğünden, koğuculuktan nefret eder, bu tür insanlara hiç yüz vermezdi. Bir arkadaşı, diğer bir arkadaşı aleyhine kendisine bazı söyler söylemişse, bunun hakikat olup olmadığımı araştırmak için her ikisini de sofrasına çağırarak yüzleştirirdi. Böylece gerçeği ortaya çıkarır, kanaatini açıkça söylerdi. Bu nedenle çok kimse, sofrada hesap vermek korkusuyla, bu gibi dedikoduları yapmaktan vazgeçerdi. Buna rağmen, özellikle son senelerde Atatürk’ün etrafında bulunan birkaç kişi, devamlı olarak onun eski arkadaşları aleyhinde konuştular. Atatürk gerçekleri bildiği için bu tip konuşmaların çoğuna aldırmadı. Ancak ne de olsa bir insan, söylenenlere inanmasa bile, son yıllarında hiçbir tesir altında kalmadığını söylemek kesinlikle mümkün değildir.
Memleketimizde yıllardan beri çok sayıda azınlık bulunmuş ve bunlar, bazı dönemler dışında Türklerle genellikle uyum içerisinde yaşamışlardı. Osmanlı Devleti zamanında çoğu İstanbul’da olmak üzere, Ermeni, Rum ve Musevi tüccarlar ticarî hayatımızı büyük ölçüde yönlendirmişlerdi.
Öyle ki, Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda İstanbul nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan ikiyüzellibin civarındaki azınlık nüfus ülke ticaretinin hemen hemen yüzde doksanını elinde bulunduruyordu. Yeni Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, milliyetçi bir karaktere sahip olmasına rağmen Türk tarihinden süzülüp gelen bir düşünüşle hangi kökten ve hangi dinden olursa olsun ülkenin yararına çalışan bütün vatandaşlara bir bütünün parçası olarak yaklaşmış ve muhabbet göstermiştir. O yüzden azınlık toplulukların hukuku en iyi şekilde düzenlenmiş ve Cumhuriyet döneminde azınlıklarla herhangi bir mesele yaşanmamasına özen gösterilmiştir. Yine azınlıklara mensup vatandaşlarımızdan en çok milletvekili Mustafa Kemal Atatürk döneminde TBMM’ne girebilmiştir. Ayrıca Almanya’dan kaçmak zorunda kalan yabancı bilim adamlarına üniversitelerimizin kapılarını açan Yüce Önder, hem büyük bir insanlık örneği göstermiş, hem debunlar sayesinde ülkemizin ilim alanında önemli merhaleler kazanmasını sağlamıştır. Atatürk’ün Türk milliyetçiliğini zedelemeden yürüttüğü, dünyaya açık ve insan sevgisini üstün tutan bu politikaları, yabancı ülkelerde daima takdir edilecektir.
Mustafa Kemal, askerî okullarda yetişmiş, yabancı yayınları takip etmesine rağmen, buralarda öğrendiği görgü kurallarının üstünde bir eğitim görmemiştir. Sadece Batı’ya yaptığı birkaç gezi ve Sofya’daki Ataşemiliterlik görevi süresince sosyalitesini mümkün olduğu kadar artırmaya çalışacaktır.
Onun için Cumhuriyet’in ilânından sonra, Türkiye’nin yabancı ülkelere ve özellikle de batıya açılma zamanı geldiğinde, bir eksikliğin giderilmesi gerektiğinden hareketle bir yandan yabancı misafirlere ve büyükelçilere karşı sosyal hayatta görgülü bir batılı intibaı vermeye özen gösterirken, öte yandan Fransa’dan getirttiği bir özel adab-ı muaşeret hocası vasıtasıyla sosyal konularda, yemek yeme usullerinden giyinme usullerine, geçerli oyun ve danslara, batı müziği bilgisine kadar pek çok şeyi usulüne göre öğrenmeğe çalıştı. Bir çeşit kurs eğitimi şeklinde yapılan bu çalışmalara, devlet adamı arkadaşlarının katılmalarına da fırsat verdi. O, “Mademki gelişmek, batılılaşmak istiyoruz, batılı devlet adamlarının sosyal hayatta bilmeleri gereken şeyleri biz de öğrenmeliyiz” diyordu.
Erdal Özyıldız