Arada bir gördüklerimizi, duyduklarımızı yazınca aynen bu oluyor.
Öznesi olmayan yazının içine kendini özne olarak sokan sokana, ‘inşallah ben değilimdir’ diye arayan ayana.
‘Kim yaptı bunu?’ diye sorsak, bu kadar ‘Ben yaptım’ diyen çıkmaz.
Dünkü yazımı okuma fırsatı bulmayanların, bu satırdan sonra ne yazdığımı, neden yazdığımı, helaya niye girdiğimi, yazıyı niye yazdığımı, başımın neden belada olduğunu anlaması lazım.
Toplumun içinde yaşarken ister istemez, toplumun bütün katmanlarının, bütün mesleklerinin, bütün hareketlerinin de içinde oluyoruz.
Tabi ki gazeteci olarak.
Gözümüzün gördükleri oluyor, gözümüz görmese bile duyduklarımız oluyor.
Öncelikle şu konu da anlaşalım, gazeteci konuşunca dedikodu olmaz.
Dedikodu, işi yazmak ve konuşmak olmayanların yaptığı şeydir.
Gazetecinin konuşması kadar, yazması kadar doğal bir şey yok.
Tabi ki hukuki çerçevede.
Kimseyi zan altında bırakmadan, iddiayı ispatlayamamak gibi bir durum olmadan.
Biz gazeteciler konuşmak ve yazmak konusunda cesur olmadıkça, bunun bedeline toplum öder.
Herkes her yerde, istediği şekilde, hukuka ve ahlaka aykırı şekilde yaşar.
Bir süre sonra bakarsınız ki, ortada ne hukuk kalmış, ne ahlak.
Sonra da hep birlikte yarattığımız o helanın içinde olanı biteni nasıl temizleyeceğiz, kendi kirlettiğimiz ortamdan çok sevdiklerimizi nasıl koruyacağız diye kara kara düşünürüz.
Geçmiş zaman da yaşanan Behlül Dana olayı gibi.
Harun Reşit döneminde yaşanan olayda, Behlül Dana’yı bir gün Harun Reşit huzuruna çağırmış.
Vezirlerin önünde, ‘Seni bakan yapmaya karar verdim’ demiş.
Behlül Dana, Harun’un bu sözü üzerine ‘Sultanım bakanlık görevini aldım ama danışmam gereken insanlar var. Ondan sonra görevi ancak kabul edebilirim’ demiş.
Harun Reşit, kızmış Behlül Dana’ya ‘Ben sultanım seni atıyorum açıktan. Sen kime danışacaksın, benim kararımı kimle değerlendireceksin. Bu ne cüret’ demiş ama bir yandan da Behlül Dana’nın haline gülüp, ‘Git huzurumdan kime danışacaksan danış, 15 dakika içinde buraya gel, kararını bildir’ demiş.
Behlül Dana, sultanın huzurundan çıkmış ve gitmiş.
Harun Reşit en yakın korumasına, ‘Git şunu takip et bakalım. Bizim kararımızı kime danışır, öğrenelim’ demiş.
Behlül Dana sarayın bir o tarafına, bir tarafına gidip gelmiş, arkasında Sultanın taktığı hafiye onu takip etmiş.
Derken Behlül Dana en son helaya girmiş.
Hafiye tuvaletin kapısında beklemiş, Behlül Dana çıkınca içeri girmiş bakmış kimseler yok.
Derken ikizi de Sultan Harun Reşit’in huzuruna gelmişler.
Sultan sormuş, ‘Behlül danıştın mı o bilen kişilere’
‘Danıştım sultanım’ demiş Behül Dana.
‘Ne dediler peki?’
‘Görevi uygun görmediler’ demiş.
Sultan Harun Reşit dönmüş, Behlül Dana’nın peşine taktığı hafiyeye, kim kararını uygun görmeyen öğrenmek isteyerek.
Hafiye, ‘Sultanım adım adım takip ettim. Kimseyle konuşmadı. Kimseyle görüşmedi. En son tuvalete girdi ve buraya geldi. Yalan söylüyor. Görevi almamak için’
Harun Reşit, ‘Ne diyorsun Behlül, bak peşine adam taktım kimseyle konuşmamışsın, kimseye danışmamışsın, sen verilen görevden mi kaçıyorsun?’
Behül Dana, ‘Hafiyeniz doğru söylüyor efendim. En son helaya girdim ve oradakilere danıştım’
Harun Reşit merakla, ‘Kimse yokmuş orada, kiminle konuştun?’
Belül Dana, ‘Sultanım helada olanla konuştum’
Harun Reşit iyice meraklanarak, ‘Ne dediler peki?’
‘Behlül biz de insan içine girdik. Aktık, temizdik. İyi bir şeylerdik. İnsan içinde çıkınca halimiz gör. Sen sen ol insan içine girme’ dediler…
Her yaşanmış olayın bir sonu vardır ama her yaşanmışlığın sonsuz bir sonucu vardır.
Bizim gazetecilerin yazıkları da insan içine girenlerin hali.
Hayallerimiz değil!