Zifiri karanlık çökmüştü ruhuma... Yalnızlığımla baş başa otururken kapının usul usul çaldığını duydum. Yalnızlığımın tüm ağırlığı ruhuma sinmişken gelen babamın oğlu olsa kalkıp yerimden bakmayacaktım.
Ben kapıya bakmamakta kararlıyken kapıyı çalan da usul usul kapıyı çalma konusunda inatçıydı.
Biraz sinir, biraz da merakla yerimden kalktım ama asık suratımla kapıyı açtım. Karşımda duran kişiyi tanımıyordum.
Buyurun, kime bakmıştınız dedim?
Size bakmıştım dedi.
Kimsiniz, ben sizi tanımıyorum dedim.
Beni içeri davet edip misafir ederseniz kendimi size tanıtacağım dedi.
Öylesine sakin, öylesine dingin ve öylesine duruydu ki kapıdan geri çevirmek bana yakışmazdı.
Tabii buyurun içeri dedim.
İçeri girdi ve oturdu. Gözlerimin içine bakarak, yumuşacık ses tonuyla “Merhaba ben Hayat” dedi.
Tanıyamadım, pardon dedim.
Nasıl tanımazsınız, ben sizin yaşadığınız hayatım dedi.
Araf’ta kalmak nedir bilir misiniz?
Ben o an tam bir araftaydım. Bir an hayal gördüğümü sandım, ne hayatı?
Hayatın binbir yüzü var, sen kaçıncı yüzlüsün?
Bu deli soruları kendi kendime sorarken bir an ağzımdan bir cümle çıkıverdi.
İyi de siz an önce yaklaşık on dakika aynı ton da ısrarla kapımı çaldınız. Ben kapıyı açmadım, siz kapıyı açmamama rağmen kapıdan gitmediniz, vazgeçmediniz ve kapıya vurma tonunuzu hiç yükseltmediniz. Oysa ki yaşadığımız hayat telaşlıdır, vazgeçmeyi sever, istediği olmadığı zaman sinirlenir ne bileyim benim bildiğim hayat paldır küldür.
Siz gayet sakin ve huzurlusunuz.
Bak ne güzel dediniz benim yaşadığım hayat diye...
Hayatı telaşlı, panik, çekilmez, sinirli, paldır kültür yapan sizmişsiniz gördünüz mü?
Belki hayat sizin yaşadığınız gibi, sizin algıladığınız gibi değildir.
Hayatı huzurlu kılan ve sakin bir yaşamı seçen neden siz olmayasınız ki!