Bir erkek hislerini içinde yaşar, bir yük gibi omuzlarında taşır bu ağırlığı. Mesela özlerse, bunu bir kadının telefon açıp; "hadi buluşalım, seni çok özledim" demesi gibi yaşamaz. Yalnızlık kokusu sinmiş mutfağından bir çay koyar ince belli bardağına, tenhalık havası esen balkonunda bir sigara yakar. Ve bununla bir kadın özlemi yükselir göklere erkek dudaklarının arasından...
Bu özlem onu içinden yiyip bitirir bir ağacı gövdesinden kemiren kurt misali.
Bir erkek seviyorsa bunu çığlıklarla anlatmaz sevdiğine. Sessizce yaşar, gürültülü sevgisini içinde boğar. Mesela kadınına sıkıca sarılır ve kokusunu ciğerlerine çeker. Bu, onun yüksek sevgisinin belirtisidir. O sarılışta o an şehvet değil, cesaret hisseder. Bir kadını sevmenin cesaretini yaşar. Bir erkek aşık olduğu kadına tutku ile bağlanır. Tutku olmazsa aşık değilsindir. Tutku, bir erkeğin kadına yaşattığı sevgiden çok daha öte bir şeydir. Ona bağlanmaktır, ona tapmaktır...
Sevgi ne kadar tutkulu ise, onun gidişi de o kadar büyük olur. Bir erkek gitmek istiyorsa konuşmadan, tartışmadan, sorgulamadan gider. "Gitmek istiyorum" cümlesini bile söylemeden gider. Yaşadığı evden, senli günlerden ve sana olan tutkusundan gider. Aniden... Ansızın...
Bir erkek gitmek istiyorsa anlatmanın, izahların anlamı olmaz, bir erkek gidişindeki adım sesleri onun kalbinin ritmi ile aynı şarkıyı çalar. Bir erkek gittiği zaman tutkusunu götürür kendisi ile, bir de sigarasını. Sevgisini kadınına bırakır, aşkına, ona iyi bakması için burada kalmasını söyler. Bir erkek tutkusu ile gittiği zaman asla geri dönmez, bir erkek gidiyorsa sessizce yol verin, sevginizle kalın...