Bin yıl yaşamış kadar yorgunum. Sahi bir insan hiç bin yıl yaşar mı? Yaşamaz tabi, yaşayamaz ama ben bin yıl yaşamış kadar yorgun ve bezginim.
Eylül yapraklarına gelmiş yine tarih...
Ahhh nasıl bir acıdır bilmezsiniz, bilemezsiniz. Gidenlerin, terk edenlerin, vazgeçenlerin, dertlerin, hüzünlerin takvimidir bu ay. Konuşmaya, yazmaya gerek yok ağlamak yetiyor bana.
Uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Canımda bir gram derman olmamasına rağmen gitmek istiyorum. Yaşanılmış olan herşeyin yalan olduğunu kabul ederek heybeme acıları yükleyerek koşar adımlarla soluksuzca gitmek istiyorum.
Bir nefesim, bir de ben!
Geçmiş ne de güzel gelip oturdun yine baş köşeye. Saçak altına saklanmıştım oysa nerden buldun beni? Nasıl da çıktın yine karşıma? Yaz kış demeden senden kaçıyordum ben. Öyle bir kaçış ki, senden kaçarken kendimi unutmuştum. Aynada yüzümü görmeyeli nice oldu. Saçımın ucundaki kırıklıklar bile küsmüş olmalı kahpe hayata. Ben hala en son yüzüme vurduğun ottan boktan sebeplerinin izlerini taşıyorum. Yani anlayacağın içimden gelmiyor aynaya bakmak. O izleri yeniden görmek kendime haksızlık gibi geliyor. Bir süre kendime tanıdık değilim. Bir süre de kendimle tanışmak istemiyorum. Çünkü biliyorum ki kendimle tanışmak bana iyi gelmeyecek. Hazır değilim tanışmaya henüz. Kabuğuna çekilmiş son nefesini vermeyi bekleyen bir canın telaşıyla yaşıyorum hayatımı. Sen yoksun, saçmalayan da yok. Sen yoksun ottan boktan sebeplerle canımı yakan da yok. Ohhh ne ala güzelim, nasıl huzurluyum bilemezsin. Geçmiş yok, gelecek yok sadece şu an var. Zaten seninle de öyle değil miydi? Ne geçmiş vardı, ne geleceğimiz vardı. Olan sadece o andı, o anlarda tarihe karıştı bir fincanın yere fırlatılıp parçalara ayrılması gibi paramparçaydı. Dünleri öldürdüm, geçmişi sildim, yarınları bozuk bir saat misali duvara astım.
Sen şimdi arsızca gelip karşıma oturma cüretini gösterdin ama hoş geldin deyip boynuna sarılamayacağım. Gücendim, kırıldım, üzüldüm, yaralandım. Beni iyileştirmeye gücün yetmeyeceğini ikimiz de biliyoruz.
Benden sana son bir tavsiye. Saramayacağın yaraları bir daha açmamayı öğren önce. Kulağına hoş gelmeyen, ruhuna dokunmayan hiç bir müziği dinleme. Tutamayacağın hiç bir sözü tutma. Sonra bir çığ altında kalmışcasına dert oluyor sana...
Gözlerimi sonsuzluk ışığı için kapatırken, sen ise arkana bile bakmadan çekip gidebilirsin. Tarihleri aklında tutamazsın bilirim. Gelişimi hatırlar mısın bilmem ama gidişimin tarihini aklında tutar mısın orası şüpheli!
Dedim ya canımın dermanı yok diye, yorma beni git hadi. Takvim zaten gitme zamanını gösteriyor.
Beni düşünme...
Bir nefesim bir de ben yeterim yorgun yüreğime.
Eylül Ayça Karakuş