BİR TARAFTA BEDEL BİR TARAFTA EMEK

Yeliz Pesenkurdu

Bir şeye sahip olmak için illa bedel mi ödemek gerekiyor?

Evet.

Ne tuhaf! Oysa soruyu şöyle sorsaydım muhtemelen cevabın EVET yerine HAYIR olurdu? Bedelini ödediği biri sana sahip olabilir mi?

Aslında durum insana gelince değişiyor. Belki de sorun bedel kelimesindedir. Bedel kelimesi insanla yan yana gelince çok adi duruyor. Hatta bazıları hakaret ya da aşağılanmış gibi algılıyor.

Nedense bedel kelimesi somut şeyleri çağrıştırıyor akıllarda. Sindirmesi epey zor...

Hiç kimse kendi değerinden eksiltmek istemez. Bu yüzden ne bedel ödersen öde, kimseye sahip olamazsın. Ama birlikte olabilirsin. Birlikte derken beraberliği kastetmiyorum. Yan yana, kol kola ya da omuz omuza olmak değil. Aynı BİR’likte olmak. Yani aynı BİR’liğin sınırları içinde yaşamak. Sınırlar, toprakta mayın, etrafta dikenli tel. Kalın duvarlar da olabilir, taş, sopa, arkasında asker…

Ama hepsi hayalet, hepsi görünmezdir. Bu yüzden biz ona bedel gibi ucuz bir kelime seçmek yerine emek demeyi tercih ediyoruz. Yorsa da…

Hala çılgın şeyler yapmaya devam etsem de, susuyorum. Bunun sebebi de, bende eksik olan bir şeyi istediğimdendir.

Ya da eksik olan bir şeyi gidermenin tek yolu budur.

Aslında eksik olan eksik kalır. Boşluk olan boşluktur. Biliyorsun. Kuyu gibi...

Üstünü en fazla derme çatma kapı ya da gevşek bir kumla kapatırsın, o kadar. Saçma sapan işte! Fakat buna rağmen istiyorsun. Kendine! Birliğine katıyorsun insanları. Orayı doldurmak değil de kapatmak için çabalıyorsun. Ki kesin konuşmakla birlikte şunu da söyleyebilirim; Oranın dolacağını bilseydin zaten, emin ol bunun olmasına da izin verirdin.

Neden o zaman sınırlarına dikenli tel çekip, oraya onca mühimmat bırakıyorsun?

Bunu saklamıyorum ki! Seçim senin. Sonuçta gafil avlanmak diye bir şey yok!

Ama senin yüzünden insanların canı acıyabilir!

Hele bir acısın da… Sonra geçer.

Geçmezse?

Dedim ya, eksik olan eksik kalır. Boşluk olan boşluktur. Eksik ya da boşlukta hayat yoktur. Eksi 1. kata inenler bilir. Orası gömülmemiş hikâyelerin bekletildiği morgtur. İllaki görmek isterlerse, izin veriyorum. Birlikte içeriye giriyoruz. Ama dayanması çok zor! Bizden başkası oluveriyoruz orada. Nefeslerimiz manüel, ellerimiz bağlı. Hiçbir şeye
dokunamıyoruz. Sanki yepyeni bir toprak örtmüş ciğerlerimizi. Her yer kurumuş ağaç ve hayvanlarla dolu. Bilincimiz zorluyor, zonkluyor ama nafile. Aniden kapanmış mevzuların gösterisi canlanmaya başlıyor. Tam da bizi yutmak isteyen karanlığın boğazında…

İnsanlar eksik yaratılmıyor aslında eksik bırakılıyor. Nasıl ya da kimler tarafından olduğunu ikimizde burada öğreniyoruz. Uyanmak için gözümüzü  açmamız yeterli. Ama kaçar gibi değil de nedense gereksiz bir dingillikle yukarıya çıkıyoruz. Yani kısacası, kapıda beklemek içeriye göre daha az tehlikeli. Taş, sopa, dikenli tel... Acıtmış olsa da, geçiyor. Hatta çok acıtsa bile geçiyor. Nihayetinde BİR’likte yaşıyoruz. Ağzımızın içi tatlı, karanlığa rağmen… Arada migrenimiz tutsa da, kaçsak da dünyanın ağır yükünden ve çıksa da omuzlarımız aynı yerinden biliyorum ki yine geçiyor.

Ben, içeriye girene değil kapıda bekleyene minnet duyarım. Çünkü emeğin dahi sahip olamadığı o BOŞ’lukta hiçbir şey yok.

Kendimizi BOŞ yere öldürmeyelim.

BOŞ yere kandırmayalım.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.