Türkiye’nin korona virüsü salgınıyla ilgili istatistikler açıklandığında, İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehir olmayan İzmir’in salgında ikinci büyük merkez olması çok üzmüştü beni.
Ne İzmir’e, ne de İzmirlilere yakıştıramamıştım bu istatistiği.
Tamam, İzmir özgürdür, İzmir gezmektir, İzmir yaşamaktır ama İzmir aynı zamanda sağlıktır, hayattır.
Bu yüzden yakıştıramadım.
Ama şu 4 günlük sokağa çıkma yasağında, gazeteci olarak caddeleri dolaştım, sokaklara girdim.
İzmirli acaba yasağa uyuyor mu diye.
Bu salgınla İzmirli gerçekten mücadele ediyor ve kendini, kentini koruyor mu diye.
Caddeler boş, sokaklar boş, meydanlar bom boş.
İzmirli de benim gibi bu istatistik sonuçlarını kendisine yakıştıramamış, kurallara uygun şekilde yaşamaya başlamıştı.
Salgından korunmanın en etkin yolunun sosyal iletişimi kesmek olduğu bilincine varmış ve evinde kalmayı tercih etmişti.
Dünya’nın mücadele ettiği, Türkiye’nin mücadele ettiği bu durumda, İzmirlilerin katkısını şu 4 günlük sokağa çıkma yasağında gördüm.
Sessiz İzmir’e üzüldüm.
Sokakları şen, caddeleri renkli, deniz kenarları coşkulu, alıştığım İzmir’in haline üzüldüm.
Ama bir o kadar da o günlerin yakın zamanda yeniden gelmesi için İzmirlilerin sokağa çıkmayarak, kararlı olduklarını gördüğüm için de sevindim.
Biz İzmirliyiz!
Gezmeyi severiz.
Kordona inmeyi, güneşi batırmayı, denizi seyretmeyi, imbat rüzgârında nefes almayı severiz.
Biz İzmirliyiz!
Sokaklarda şarkı söyleyerek yürümeyi, dağlarında piknik yapıp, çiçek toplamayı, parklarında sohbet edip, çiğdem çitlemeyi severiz.
Biz İzmirliyiz!
Sevdiğimiz İzmir’i, sevdiğimiz şekilde yaşamayı severiz.
İzmir’de yaşadığımız ve İzmirli olduğumuz için de Birlikte Başaracağız İzmir!