Alışmışız susmaya. Aman bana dokunmasın da, yılanın bin yıl ömrü olsun demeye.
Ne meraklıyız ağlayıp sızlanmaya. Herşeye dertlenip kahrolmaya.
Böyle gelmiş böyle gider demek milli marşımız olmuş meğer. Bıkkınlık, vazgeçmişlik var üzerimizde. Konu her ne olursa olsun, susup oturmaya alışmışız.
Susmayı ama ağlamayı seven bir toplum olmuşuz. Çığlık çığlığa susup sesimizin duyulmasını beklemek bizimkisi.
Hem ağlarım hem isterim gibi birşey. Istediğimiz her ne ise çaba göstermeyip sadece kendi kendimize söylendikten sonra konuyu kapatmak.
Hem bilip hem susmak. Korkudan veya belki umursamazlıktan. Veya ilişkiler bozulmasın niyetinden. Belki de ümitsizlikten.
Bir şekilde susup kalmak. Bildiklerimizi susmak. Zor değil mi? Ağır gelmez mi?
Yediğin yemekten yüz kere böcek çıktığı halde en çok kazanan restoran olmasnın sebebi budur. Başka memlekette üç ay zor dayanır ancak sen yediğin yemeğin böcekli olmasına bile itiraz edemeyecek kadar normalleştirmişsin “Aman boşver şimdi” duymaya en tahammülsüz olduğum şey.
Boşver diyenle ilişkimi kesiyorum bu nedenle. Çünkü anlaşamayız, mümkün değil. Ayrı dünyaların insanıyız. Şiddetli geçimsizlikten koparız zaten.
Öfkelisin, herşeyle kavga ediyorsun diyorlar bana. Yanlış.
Herkesin susup boşver demesine benim tahammülsüzlüğüm. Aslında birlikte kızdığımız şeye sadece ben tepki verirken, sen susuyorsun diye benim kızgınlığım. Ama gel de anlat.
Aynı yemekten şikayet ederken, ben konuşuyorum sen boşver ye diyorsun. Aslında sen, ben ve hepimiz konuşursak sonuç alırız.
Ben sonuç odaklıyım, sen an odaklısın.
Hepimiz konuşmazsak aynı yemeği yer dururuz.