Yaşamın derya deniz. Sen bu denizin kıyısının kenarında oturdun ve ne yapacağını düşünüyorsan, gönlün daralmış, umutsuzluğa kapılmış, belirsizliklerle karamsarlığa düşmüş, labirent içinde çözümsüz görünen sorunlarla çıkmazda kalıp gözyaşı döküyorsan eğer bil ki “Bu Da Geçer Ya HÛ”…
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.
Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…
Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et. “der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”
Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir ‘mi” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”
Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.
Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…”
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.
Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”
Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
Osmanlı padişahları içinde en reformcu, en yenilikçi, ama en çok sıkıntıyla uğraşan sultanı 2. Mahmut dağılan imparatorluğu bir arada tutmak için her şeyi yapıyordu. Ancak 31 yıllık iktidarı boyunca ne batının saldırısı durdu ne savaşlar ne imparatorlukta karışıklıklar bitti. Derdi deryaları aştı, sonunda ağır hastalıkla hayatını kaybetti.
Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bunalım günlerinde der ki, “bana öyle bir söz bulun ki, bu dertlerin, bu acıların, bu sancıların arasında onu okuduğumda umutsuzluğum gitsin, tasam bitsin, acım dinsin. Sonra mutlu olduğumda yine onu okuyayım, rehavete kapılmayayım, dünya nimetlerine tamah etmeyeyim, saltanat makamının, tahtımın gücüyle; aslımı, insanlığımı unutmayayım. İşte bu sözü, bir yüzüğe yazdırayım, her gördüğümde, neşemde ve hüznümde bana aynı etkiyi yapsın.”
Tüm ahali seferber olur.
Yüzük ustaları der ki; “bu sözü bulmak bizim haddimize değildir, bu bilgelerin, alimlerin işidir”
Bilgeler der ki; “biz tek sözle hem umutsuzluğu hem mutluluğun rehavetini giderecek hem de yüzüğe yazılacak kadar kısa bir sözü bulamayız. Bu şairlerin, ediplerin işidir.”
Şairler, edipler, güfte kârlar, alimler, şeyhler ne kadar ilimle, sanatla, kitapla, kalemle işi olanlar uğraşmışlar, yazmışlar, çizmişler, padişahın huzuruna çıkarmışlar. Lakin hiçbirini beğenmemiş Sultan Mahmut. Nice demoğlu uğraştıysa olmamış, bilememiş, bir yüzüğe söz yazamamış.
Bir gün İstanbul'a bir derviş gelmiş. Diyar diyar gezer, gönül erlerinin, irfan sahiplerinin, hikmet ehlinin izlerini sürermiş. Sırtındaki heybesinde bir azığı yokmuş ama gönül heybesi, yedi iklim Osmanlı'nın, Diyar-ı Rum'un, Hicaz'ın, Bilad-ı Şam'ın topraklarından topladığı irfan ile doluymuş.
Demişler ki, “Ey derviş, hoş geldin. Sultan Mahmud'un bir isteği vardır. Nice alimler, bilgeler, şairler, edipler bulamadı bir çare. Senin heybende bir çare var mıdır buna?”
Derviş, onca yıllar, onca diyarda, onca insanda gördüğü, yaşadığı ve hikmetine nail olduğu gönül gözünü açmış, diğerini kapatmış. Ve heybesinden birikmiş tüm hikmet, bir sözle dışarı çıkmış:
“Bu da geçer ya HÛ”
Ya Hû ‘Ya Allah´ manasına gelir.
Duyanlar büyülenmiş. Bu sözü alıp, Şeyhul Hattatin Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yanına koşmuşlar. Demişler ki, 'öyle bir yazı yaz ki ey hattat, sulatanlar, vezirler, derdi olanlar, yokluk çekenler, umutsuzluğun pençesine düşenler ve varlık içinde ve illa ki gücün, kuvvetin rehavetine kapılanlar gördüğünde kendine gelsin. Yedi iklim padişahının yüzüğüne yazılsın, hiç unutulmasın.
Sultan Mahmut yüzüğü almış ve sözü okumuş: “Bu da geçer ya HÛ”. O günden sonra, o yüzüğü hiç parmağından çıkarmamış. Derdi olduğunda, acıları arttığında, sıkıntıları çoğaldığında bunu okumuş. Zaferler kazandığında, neşesi arttığında, tahtının keyfine vardığında bunu okumuş.
Ve her daim, “Bu Da Geçer Ya HÛ” diyerek kendine gelmiş.
O söz, şairlerin, ediplerin, bilgelerin, dervişlerin ve gönül ehlinin en sevdiği söz olmuş. Hattatlar bu sözü en güzel şekillerde yazmış. Müzehhibler en güzel süslerini bunun etrafına işlemiş. Her duvara asılmış, her kulağa küpe olmuş, her gönle tesir etmiş. Bu tılsımlı sözle herkes, sanki yıllardır kayıp olan bir parçayı bulmuş gibi heyecanlanmışlar.
Hasılı Bu da Geçer Ya Hû..
Bu dünyada haksızlık baki kalmaz. Seni üzen, kıran, değerini hiçe sayan, ruhunu kalbini dara sokanlar, güç ve kudret sahibi olup da heybesinden zalimlik akanlar, zenginliğin şanın şöhretin kibrinin içinde kalakalanlar, kendini en yüksekte görüp de makamının, gücünün baş döndürücü etkisiyle kendinden geçenler bilsin ki “Bu Da Geçer Ya HÛ”…
Derdin, tasanın, yoksunluğun, yalnızlığın, kırgınlığın, çaresizliğin, acının, hasretin, hayal kırıklığının, nefessiz kalışının girdabında boğuluyorsan eğer bil ki canım dostum “Bu Da Geçer Ya HÛ”…
Etrafını her ne sardıysa seni umutsuz bırakacak hepsine hoş geldin diyerek başla. Umudunu hiç kaybetme, her ne yaşanıyorsa bil ki tekamülünde rolü var.
Bir mum yak, yanan ateşin gölgesini fark et ve tüm dertlerinin gördüğün ateşin gölgesi olduğunu hiç unutma. Mum söner, gölge gider. Bugün olan derdin yarın yok olur gider. Bugün olan şanın yarın yok olur gider. Bil ki Allah her zaman seninle..
Her olumsuzluğa karşı şu ayeti hatırla..
Bakara Suresi 153. Ayet
Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû-ste’înû bi-ssabri ve-ssalât(i)(c) inna(A)llâhe me’a-ssâbirîn(e) Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
“Bu Da Geçer Ya HÛ”
Ve her olumsuzluğun ardından şu sözü hatırla;
“Kader, gayrete âşıktır”
Ayeti kerime de diyor ya hani amelini çabana bağlı kıldık diye hiç unutma..
1000 kere de düşsen 1001. Defa ayağa kalk ve yoluna koyul..
Hiç unutma; “Bu Da Geçer Ya HÛ”…
Yaradan’a emanetsiniz, hoşça kalın..
Işıltınıza sahip çıkın ve daimî ışıkta kalın...
Sevgimle,
Aşk OLsun
Şifa OLsun