Eskişehir de bir sabah. tahminen 7- 8 yıl önce. Fırına yürüyorum. Öyle sıradan bir sabah değil. Kar, ha yağdı ha yağacak, an be an ayak sesleri yükseliyor. Yükseldikçe heyecanlandırıyor. Kesin yağacağını bilmek, içimdeki çocuğu, havalara uçuruyor. Fırının konumunu, mis gibi haşhaşlı çörek kokusunu takip ederek bulup, nevaleleri kapmam çokta uzun sürmüyor. Gözüm gökyüzünde, eve yürüyorum.
Eskişehir'de bir sabah, öyle sıradan bir sabah değil. Çünkü kapıyı açan "kardeşim", benim oyun arkadaşım, sırdaşım, bazen ablam, can yarım... Çocukken, annemlerden, ikimiz aynı anda bir şey istemezdik. Kim daha çok mutlu olacaksa, önce onun istediği yapılsın diye aramızda anlaşmıştık. Bu anlaşma, ikimizin de aynı anda mutlu olması demekti. Kardeşim, komşusu Nazan Hanımın aldığım haşhaşlı çöreklere gölge düşüren, muhteşem poğaçalarını da koydu masaya. Ben, her şeyi o kadar lezzetli yapan, birini hala tanımadım. Kahvaltıya oturmadan, adımızı, yazıp yazıp sildiğimiz, buğulanan mutfak camını, bu kez karın yağdığını kaçırmamak için sildik.
Eskişehir'de bir sabah, öyle sıradan bir sabah değil. Ve kar başladı ama nasıl mutluyuz. Gökyüzünden düşen minik beyaz parçalar, birleşip, akşama doğru, her yeri bembeyaza boyamıştı. Çıkıp yürümeye karar verdik. Nazan Hanım, biz iki İzmirliyi uyardı; ''eldivensiz apartman kapısını tutmayın. Eliniz yapışabilir.'' dedi. Kar, kardeşim ve ben, yanan sokak lambalarının eşliğinde yürüdük. Tramvay geçti, içinde bereli, atkılı, eldivenli insanlar. Ve onlarında içinde, umutları, hayalleri, eve yetişme telaşı... Akşamın en huzurlu saatlerinde, kardeşimle kol kola güle oynaya yürüdük ve yine, aynı anda! mutluyduk. Eve geldik tarhana çorbasını karıştırmak yine bana düştü. Çorbayı arada tersten karıştırıp girdap yaptığımı fark edince göz göze gelip baya bir güldük. Eskişehir'de bir sabah, anılarda yerini almıştı .Hayat, mutlu olduğumuz anlar yaratabilmekti ve kardeş, aynı anda üzülüp aynı anda mutlu olabildiğin can yarısıydı...