Oturuyorsun bir cuma gecesi televizyondan film açtın ve konu olarak ailenin çocuğu hasta. Evet, o gerçek değil bilirsin ama yine de o çocuğa ağlarsın. Savaş olur senden kilometrelerce uzakta. Yinede her can için ayrı yanarsın. Yan komşunun çocuğunun ağlama sesi gelir kulağına, bir şey mi oldu acaba diye endişe duyarsın. Yazın hava çok sıcak olur. Sokaktaki kediye, köpeğe su koyarsın. Koca gün yorulmuşsun, metroda oturmuş olduğuna şükür ediyorsun. O an bir yaşlı görürsün ayakta için el vermez yer verirsin.
Peki neden? Çünkü bir kalbin var. Çünkü içinde duran o “ruh” bir boşluk değil. O bizi biz yapan şey.
Şimdi söyleyin bana biz filmlere üzülürken, nasıl olur da içinde bizim gibi ruh, kalp taşıyan bir canlı masum insanları öldürebilir? Biz filmdeki çocuğun gerçekten ölmediğini bile bile ağlarken, ufacık çocuğun arabasının yanına bomba atabilir?
Taksimde olan olay çok yeni. Acımız çok taze. Kalbimiz acıyla yanarken, kaybettiğimiz canların fotoğraflarını görüp hikayelerini okurken çok şey söylemek istiyoruz.
Sanki başlasak konuşmaya, ağlaya ağlaya saatlerce konuşacak gibiyiz.Ama bazen kelimeler bile küser insana. Dilden çıktığında bir anlamadı olmadığını bilir. O yüzden şimdi ne konuşsak boş.
Söylenebilecek tek şey, kaybettiklerimizin yakınlarına sabır, yaralılara sağlık dilemek.
Minicik bedenlerin elinden yaşama hakkını alanların en büyük cezayla karşılık bulmasını ve bir daha benzer acıları yaşamamayı ummak.
Canlarını kaybedenlerin kim olduğu, patlamanın yeri değil önemli olan. O cani, senin bulunduğun caddeye de atabilirdi elindekini, bugün biz de olabilirdik ölenlerden biri. Canı yanan kişinin yakınlarımızdan biri olmaması acıyı anlamamıza engel değil.
Önemli olan buna kimin ya da neyin sebep olduğu! Ve tekrarlanmasının engellenmesi.
Ülkemizin her sokağında rahat rahat koştuğumuz, her saatte korkusuzca yürüyebildiğimiz, turist olarak gittiğimiz şehirlerin kalabalık alanlarına girdiğimizde tedirgin olmadığımız yarınlara...