CHP İzmir Milletvekili Ali Yiğit TBMM Genel Kurulu’nda Sağlık Bakanlığı Bütçesi üzerinde yaptığı konuşmada ülkemizin her anlamda sağlığının bozulduğunu ve bunun tek sorumlusunun AKP olduğunu belirtti.
Yiğit, konuşmasında Başkanlık sistemine de değindi ve evet diyeceklere şair Yılmaz Odabaşı’nın
“Kirvem,
Burada ne nüshayız / Ne asıl,
Susmuş kanun / Bitmiş Fasıl,
Bizi hiçliğe yazıyorlar.
Bizi hiçliğe yazıyorlar.”
dizelerine atfen “Sizi hiçliğe yazacaklar” dedi.
CHP sıralarından büyük alkış alan Ali Yiğit, CHP Grubu adına Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri;
Kamu hastaneleri bütçesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle ülkemizi bir kez daha yasa boğan, kardeşliğimizi ve bir arada yaşama irademizi hedef alan terörü lanetliyor, Beşiktaş’taki hain saldırıda yaşamını yitiren polislerimize ve vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Ülke olarak iyi değiliz. Ne yazık ki, her geçen gün daha da kötüye gidiyoruz. Ülkemizin geleceğiyle ilgili her vicdan sahibinin yüreğinde çok derin kaygılar, korkular yatmaktadır. Geçmişi mumla arar olduk. Hiçbir şeyin tadı tuzu yoktur. Ve ne acıdır ki, acılara alışır olduk. Çünkü ortak aklı devre dışı bıraktık. Güç zehirlenmesine uğradık. Kendi doğrumuzun dışında bütün doğruları inkar ettik. İşte böyle bir ortamda bütçe görüşmeleri yapıyoruz.
İnanın içimden hiçbir şey söylemek gelmiyor.
Çünkü geçen sene de Kamu Hastaneleri Bütçesiyle ilgili söz almış, sağlıkta dönüşüm adı altında nerden nereye gelindiği konusunda çeşitli kıyaslamalar yapmıştım. Ama ne yazık ki, uyarılarımızın dikkate alınmadığını, hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz.
Geçen yıl yaptığım konuşmada şunları söylemişim:
Katkı payları, ödenen ücretler, vergiler, randevu sisteminde yaşanan sıkıntılar vatandaşı canından bezdirmiş, hastalananlar çareyi acil servislere koşmakta bulmuşlardır. Performans uygulamasıyla daha fazla hastaya bakmak teşvik edilmiştir. Bu sistemle hasta sayısında artış olmuş, ancak hasta bakım süresi düşmüştür. İlaca harcanan para artmıştır. Zorlayıcı ameliyatlar yerine basit ameliyatlar öne çekilmiş, komplike hastalar ortada bırakılmıştır. Merkezi randevu sistemiyle hastaya verilen randevular 5 dakikada bire çekilmiş, daha sonra tepkiler nedeniyle 10 dakikada bire dönülmüştür.
Kamu ya da üniversite hastanelerinde doktorlar, artık riskli ameliyatlardan kaçar olmuştur. Çünkü ameliyat başarısız olduğunda dayak yeme, canından olma, mahkemeye verilme, tazminat davalarıyla uğraşma korkusu içindedir. Hasta başına düşen yatak sayısında artış olmuştur. Ama kamu hastanelerinin yatak sayısında gözle görünen bir artış yoktur. Hastaneler geçen yıl da zarar ediyordu, yine zarar etmektedir.
Kamu ve üniversite hastaneleri borç batağı içindedir. Özellikle üniversite hastaneleri açısından durum daha da kötüdür. İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi bunun en çarpıcı örneğidir. Bunu dile getirdiğimiz zaman aldığımız cevap ise şu olmuştur. “Zarar ediyorlarsa versinler biz işletelim”. İyi de, sizin işlettiğiniz Kamu hastaneleri de zarar etmektedir. Kamu Hastaneleri Kurumunun 2014 zararı 538 milyon lira iken, bu rakam 2015’te 1 milyar 826 milyon liraya çıkmıştır. Yani zarar bir yılda neredeyse 3 - 4 kat artmıştır. Bakın bu durum Sayıştay raporunda da yer almaktadır.
Sayıştay diyor ki;
“Sağlık tesislerinin, hastanelerin mali açıdan ödeme gücünün yetersiz olması nedeniyle faaliyet açısından etkin olmadıkları ve çoğunun zarar etmekte olduğu sonucuna varılmıştır. Bunu biz demiyoruz. Sayıştay diyor. Yani sağlık hizmeti verecek kurum ve kuruluşların kendileri sağlıklı olmaktan çıkmıştır.
Rakamlar, üç aşağı beş yukarı değişse de, Sağlıkta değişen bir şey yoktur.
Dolayısıyla bu sistemden memnun olanlar ne hastalar ne doktorlar ne de sağlık çalışanlarıdır.
Değerli arkadaşlarım,
Sağlıklı yaşam hakkı, en temel haklardan biridir. Bu hakkın yerine getirilmesinde de birinci derece sorumlu devlettir. Ancak hukukun, sosyal adaletin, eşitliğin, işsizliğin, huzurun olmadığı yerde sağlıklı yaşamak da mümkün değildir. Bu nedenle devlet bu sorumluluktan sıyrılmak adına kamu-özel ortaklığını teşvik etmekte, gerçeklerle yüzleşmekten kaçmaktadır. TOKİ’nin yapacağı bedelin 5 katına inşaat firmalarına hastaneler yaptırmakta, üstelik kira ve yüzde 70 doluluk garantisi vermektedir. Bu da yetmezmiş gibi, yurt dışından alınacak kredi konusunda Hazine güvencesi sağlamaktadır. Şehir hastaneleri, tedavi merkezinden çok bir rant aracı modeline dönüştürülmüştür. Bu bağlamda kamu – özel ortaklığında kaynakların halk yararına mı kullanıldığı yoksa çok yüksek maliyetlerle bir yerlere transfer mi edildiği ciddi bir tartışma konusudur.
Değerli Milletvekilleri;
Aslında Sağlık Bakanının da, bakanlığının da işi gerçekten çok zordur. Çünkü bizim ülkemizde kendilerini de aşan bir durum söz konusudur. AKP’nin iktidar olduğu bu 14 yılda Türkiye’nin sadece sağlığı değil, psikolojisi de, kimyası da bozulmuştur. Ülkemizin dirliği de, düzeni de kalmamıştır. Hiç kimse yarınına güvenle bakamamaktadır. Ama bütün bunlar sanki bir anda olmuş gibi,
Sayın Cumhurbaşkanı çıkıyor “Bu ülke bu hale nasıl geldi” diyor. Cumhurbaşkanının ardından Başbakan çıkıyor “ayakta durmaya çalışıyoruz” diyor. Başbakanın ardından Kültür ve Turizm Bakanı çıkıyor “kadınların duasına ihtiyacımız var” diyor.
En sonunda ise Sayın Mehmet Şimşek çıkıyor “Birinci Dünya Savaşından beri en sıkıntılı dönemi yaşıyoruz” diyor.
Değerli arkadaşlarım, hepsi de doğru söylüyor. Doğru söylüyor da, birileri de çıkıp şu soruyu sormayacak mı?
Bu ülkeyi, 14 yıldır kim yönetiyor? Bu ülkeyi, 14 yılda bu duruma kim düşürdü?
Değerli arkadaşlar, bütün bu soruların tek bir cevabı vardır.
O da AKP’dir?
Devlet yönetmek ciddi iştir. Devlet yönetmek öngörü işidir. Devleti yazboz tahtasına çevirir, deneme yanılma yöntemiyle yönetmeye kalkarsanız, bu duruma düşersiniz.
Daha da vahim olanı ise değerli milletvekilleri;
Bütün bunlar oluyorken, varlığını demokratik parlamenter sisteme borçlu olanların, bütün enerjilerini bu sistemi yok etmek için seferber etmeleridir.
Demokrasiyi, demokratik iradeyi, hukuku, yasamayı, yürütmeyi ve denetimi kendi kendine tek bir kişinin iradesine teslim eden bir parlamento, herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur.
Bu durum, toplumsal cinnet halinin bir yansımasıdır.
Ve bu durumu, en güzel şu dizeler anlatmaktadır:
“Kirvem,
Burada ne nüshayız,
Ne asıl,
Susmuş kanun,
Bitmiş Fasıl,
Bizi hiçliğe yazıyorlar.
Bizi hiçliğe yazıyorlar.”
Evet değerli Milletvekilleri;
Sözün bittiği yerdeyiz. Bu yanlıştan dönülmezse, gün gelecek başkanlık sistemine evet diyenler, hiçliğe yazılacaklar.
Bu düşüncelerle, yüce Meclise saygılar sunuyorum.”