Günümüzde sosyalleşme anlamında çok hevesli ebeveynlerin asosyal çocuklarını sıklıkla görüyoruz. Sosyallik anlamında ilah dediğimiz “sosyal medya”nın da etkisi ile her anne baba kendi çocuklarının da sosyal böcekler şeklinde daldan dala dolaşarak bal yapmasını, tanınmasını ve hatta fenomen olmasını bekleyebiliyor. Oysa özellikle okul öncesi dönemde çocukların en çok zorlandıkları konuların başında geliyor sosyallik ve kendini doğru-sağlıklı ifade edebilme becerisi. Elbette yetersiz kelime dağarcıkları ile kendilerini tamamen ifade edebilmeleri ve yetişin bir birey gibi davranmalarını beklemek haksızlık olacaktır ancak daha adını söylerken bile zorlanan, topluluk karşısında donup kalan, okula, geziye ya da sosyal bir etkinliğe gideceği zaman karnı ağrıyan, parkta bahçede içi gitse bile diğer çocuklara yaklaşamayan, anne babasının tanıştırmasını oyun kurmasını bekleyen çocukların sayısı hiç de az değil aslında.
Sorulan soruya bilse bile cevap vermekten alıkoyan ne peki bu çocukları? Neden var olan performanslarını diğer bireylerin yanında göstermekten bu denli çekiniyorlar? En önemlisi de her ne kadar doğuştan getirdikleri mizacın etkili olduğunu biliniyor olsa da ebeveyn tutumları bu süreci nasıl tetikliyor?
Tarihte sosyalleşme nasıl tanımlanmış diye baktığımızda Dollard'a göre sosyalleşme, yeni bir kişinin gruba eklenmesini ve toplumun kendi yaş ve cinsindeki kişiden beklediği şeyleri yerine getirir bir şahıs olmasını sağlayan süreçtir. Sosyalleşme, kişinin grup normIarına uymasını öğrenmesini sağlayan bir süreç olduğuna göre sosyalleşme bir nevi öğrenme sürecidir. Bu durumda sosyal olamayan bir çocuğa sosyallik öğretilerek sosyal kazanımlardan faydalanması sağlanabilir. Elbette bunu yapacak olan öncelikle çocuğun ilk ve en önemli yol göstericileri olan ebeveynler ve okul öncesi ya da ilkokul öğretmenleri olacaktır.
Çocuğun Sosyal Fabrika Ayarlarını düzenlemek için:
Bir ailenin ya da eğitimcinin çocuğun sosyalleşmesi için teşvik edilmesi sürecinde ilk bakması gereken yer çocuğun öz güven ve öz değer kavramları olmalıdır. Öz güven sorunu yaşayan çocukların sosyalleşmelerinde sorun yaşanması muhtemel olacaktır. O nedenle sosyalleşme sürecinde özgüven ve öz değer kavramları her zaman öncelikli kabul edilmelidir.
Sosyalleşme sürecinde aile çocuk adına karar verme ya da onun adına konuşma davranışlarını tamamen sona erdirmeli ve çocuğun karar vermesi konusunda destek olmalıdır. Adı sorulduğunda cevap vermek isteyip istemediğini sorabilirsiz ancak onun adını karşı tarafa bizim söylememiz çocuğa hiç bir katkı sağlamamakla birlikte kendi gözünde kendi öz değerini zedeleyebilir.
Sosyalleşmeden kaçınmanın bir diğer nedeni cezalandırma korkusudur. Çocuk aile, öğretmen ya da arkadaş tarafından cezalandırılabileceğini düşünüyor ise cezadan kaçınmak için sosyalleşme sürecinden kaçınıyor olabilir. Burada ailenin ve eğitimcinin kontrol etmesi gereken şey çocuğa karşı cezalandırıcı tutumlar sergileyip sergilemediklerini denetlemek olmalıdır.
Mükemmeliyetçi beklentiler de çocuğun adım atmasını engelleyebilir. Cevap vermek ya da bir ortama dahil olmak için tüm koşulların mükemmel olması gerektiğini öğrenen çocuk her şey istediği gibi oluncaya kadar adım atmakta güçlük çekecektir bu nedenle mükemmeliyetçi beklentileri olan ailelerin beklentilerini dengelemeleri ve çocuğa da yansıtmaları yerinde olacaktır.
Çocuğun oynayarak, hayal ederek ve saçmalayarak gelişeceği unutulmamalı. Saçma bile olsa söyledikleri saygı ile dinlenmelidir ki hem size hem de başkalarına karşı daha girişken olabilsin.
Çocuğunuza sunacağınız seçenekler ve hatta ona vereceğiniz bonuslar, kendi ayakları üzerinde duran, kendine güvenen ve sizin olmadığınız ortamlarda dahi sosyal katılım sağlayabilen birey olabilmesine katkı sağlayacaktır.
Suçlayıcı ebeveynlik tarzı da sosyalleşme önündeki engellerden biridir. Çocuğun davranışını yargılamadan önce ve hatta davranış nedenini önemsemeden çocuğunuz ile duyguları ve ne hissettiği hakkında konuşmayı alışkanlık haline getirirseniz çocuk neyi neden yaptığını ve bu süreçte neler hissettiğini hem kendisi daha net kavrayacak hem de sizinle ve dış dünya ile olan sorunlarının kaynağını keşfedecektir. Bu süreçte duyguların dili size vereceği en önemli ip ucu olacaktır. Tüm davranışlarımız ve aldığımız kararlarımızda her ne kadar beynin önemli bir işlevi olsa da rasyoneliteden çok duygularımız ile karar verdiğimiz ve davranışlarımızı yönlendirdiğimiz yapılan nörobilim çalışmalarında net olarak görülmüştür.
Sevgi illa ki kazanır. Otoriteniz sarsılmasın diye iletişim kurmaktan ve sevginizi ifade etmekten uzak kalırsanız çocuğunuzda sizi modelleyecektir.
Evde ve gittiğiniz ortamlarda ona bazı sorumluluklar vermeniz sosyalleşme sürecinde çocuğunuza yaptırdığınız egzersizler olacaktır. Örneğin klasik örnek: Hesabı ödemesi, sipariş vermesi, peçete istemesi için motive edebilir; komşudan biraz tuz, marketten para üstü istemesini beklediğinizi sevgi ile anlatabilir ve hatta yaptığında da onore ederek devamlılık kazanmasını sağlayabilirsiniz. Çünkü çocuklar taktir edildikleri durumları taklit ederek davranış haline getirirler.
En önemli adım ise: ÖRNEK OLUN! Bir sahnede çılgınca dans etmenin, bir tiyatro oyununda alkışlanmanın, eline mikrofonu alıp konuşabilmenin, bir grubun lideri olmanın, yeni insanlarla teklifsiz tanışmanın ne olduğunu ilk sizden görsün ve modellesin.
Pınar Yeşiltay Sevim