İzmir Adalet Sarayı’nda duruşma salonlarında görülün davalardan İzmir’e, İzmirlilere çok iyi tanırım. İzmir’in hukukun, İzmir’in yaşantısını, İzmir’in sosyal etkisini, İzmir’in evrensel gelişimini görmek için adliye koridorlarında günlerinizi geçirmek yeterli olur.
Medya dünyasının merkezi olan İstanbul, özellikle İzmir’den hukuksal haberleri kullanmayı hem çok sever, hem de çok sık ve büyük kullanırdı.
İzmirlinin hukuka olan bağlığı, sosyal yaşantısındaki bütün olayları hukukun içine taşımayı tercih etmesi bunun en büyük nedeniydi.
İzmirli gizli yaşamadığı gibi, hiçbir şeye de sessiz kalmadı.
İlk romanı Aynalı Oda’yı yazmaya karar verdiğimde, ne ara 300, 400 sayfaları geçtiğimizi anlayamamıştım.
Yazdıkça yazarın yazasını getiren konu İzmir adına benim de yazdığım ilk romanımdı.
Gazetelere yazdığı romanlara göre kısacık sayılan haberlerin birçoğunda davaya bakan hukukçularla aynı görüşteydik, ‘Film senaryolarına aratmayan, tam roman olacak olaylardı”
Öyle de oldu.
Filmleri ne zaman olur bilemem ama romanlarını ben bir, iki, üç derken dördüncüsünü de yazabildim.
Bir ortamda da söylemişimdir, romanlarımda sadece isimler farklı, onun dışında bütün hikâyenin başı da gerçek, ortası da gerçek, sonu da gerçek.
Hiç unutmam, ‘Aynalı Oda’ romanımdaki gerçekliği yakalayıp, romanımı hukuk fakültesi öğrencilerine hediye edeceğini söyleyerek toplu miktarda alan avukat ile faili meçhul cinayetle ilgili bilgimi almak isteyen komiser kadar ilginç sonuçları olmuştu.
İstanbul dendiğinde ne kadar insanın aklına o muhteşem İstanbul’u, aşkları, zenginlikleri anlatan şiirler varsa, iddia ediyorum İzmir’in de en az o kadar insanların aklında kalan, hayatı sorgulatan, yaşama gücü veren hikayeleri, romanları vardır.
Onları görmek de, yazmakta biz İzmirli gazetecilere düşüyor.
İzmir’i hem içinde yaşayan çok sever, hem de dışardan gelen.
Çünkü denizin de kız, kızında deniz kokusu olduğu gibi, hayatında da özgürlük, hukuk ve renklilik vardır.
Yaşamamak için de, yazmamak için neden bulamazsın!