Sene 1987… Ben henüz ilkokulun son sınıfındayım ki, o senelerde ilkokul, dolu dolu geçen beş koca seneden oluşmaktaydı. Yeni Türkiye’nin, yani yeni derken, 12 Eylül 1980 faşist darbesinin ardından, hiçbir halk paydaşının katılımı olmadan hazırlanan ve halka sözde referandum ile onaylatılan 1982 anayasasının uygulamada olduğu beşinci senesinde…
Alım gücünün gitgide düştüğü, tarımsal kazançların gitgide azaldığı, Türk halkının kapitalizmin ve sömürü düzeninin zorlamalarıyla; her askeri darbeden sonra olduğu gibi tekrar karşılaştığı, sindirildiği ve alıştırılmak istendiği seneler…
Yaşım küçük ama evdeki tek kanallı televizyondan rahmetli Adile Naşit’in “uykudan önce” programı değil beklediğim veya kaçırmadığım! TRT1 adlı tek kanaldaki, o yıllarda popüler olan ve devletimizi idare etmeye meraklı olanları, daha doğrusu, bu işe soyunanları ardı ardına ya da beraberce, tüplü camlı sandığa sığdıran programların başındayım her dem… Ve de hafta bir yayımlanan bilgi yarışmalarının…
1987 de, bir seçim senesi; ve tüm yurtta bir SHP yani Sosyal Demokrat Halkçı Parti furyası esiyor. Elbet ki, sağ tandanslı Turgut Özal’ın, Türkiye petekli bal arısı amblemli Anavatan Partisine (ANAP) karşı… Sosyal demokrasi savunucusu SHP’nin başında ise, Erdal İnönü var ve o senelerde, ülkemizde solun, tam anlamıyla olmasa da, ciddi bir oy oranı ile toparlayıcısı olmuş.
Üstelik bir limon hikayesi ile;
Askeri darbe sonrası, yapılan ilk seçimlerle tek başına iktidar olan ANAP ve başındaki Turgut Özal’ın, o yıllardaki dış açılımları, yeni ekonomik kalkınma planları ve tarım politikaları ile ülkemiz kısacık dört yılda, önceki yıllara istinaden daha fazla dışa bağımlı hale getiriliyor, dünyada kurulmuş sömürü düzeninin içerisine adım adım yaklaştırılıyordu. Kapitalizm bu, durur mu? Ya da ah, vah dinler mi hiç? Açmış ağzını kocaman, bekliyor! Kapıldınız mı rüzgârına geri adım attırmaz; bakınız kurtulabiliyor muyuz? Hayır! Cari açık, dış borçlanma Cumhuriyet tarihinde tavana vurmuş o yıllarda da… Ve iktidara en yakın aday olan SHP’nin başındaki Erdal İnönü, “bu ANAP sizi limon gibi sıkacak” ya da “bir beş sene daha, limon gibi sıkılmaya gücünüz yetecek mi” söylemleriyle, inanılmaz bir seçim kampanyasına da imza atmış oluyordu.
Sonrasında yıllar yılları kovaladı ve ben de tabii, liseli çağlara eriştim. Birinci körfez savaşına, televizyondan canlı izlemek suretiyle şahitlik ettiğim yıllar… Ve televizyon kanallarının renklendiği ve çoğaldığı yıllar… Ve elbet ki kanallarda sıklıkla izlemeye gayret ettiğim; Levent Kırca’lı “Olacak O Kadar” programı; ve hala, üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen unutulmaz “zamcık” parodisi… Levent Kırca ve arkadaşları, kendilerine has üsluplarıyla, memura yapılan zam artışını açıklıyorlar, daha doğrusu açıklamaya çalışıyorlar ve rakam o denli düşük ki, bunu ancak “zamcık” şeklinde açıklayabiliyorlar.
Geçenlerde de, son yirmi yılımıza çöken, siyasi ve ılımlı islam adını verdikleri bir yolun savunucusu olduklarını da saklamayan, iktidarın eski vekillerinden Hüsnüye Erdoğan, bir televizyon kanalından, özellikle kullandığımız enerjiye yapılan zamları, “mini mini” tabiriyle betimlemiş. Yani vatandaşı üzmeden, ‘azar azar yapılmış’ demeye getirmiş sözü... Kesin, Levent Ustayı izlemiş dedim ilk kez sosyal medyadan izlediğimde ve takındığı ciddiyetine rağmen gülerek…
Erdal İnönü ve “limon” söylemi, ardından Levent Kırca ile “zamcık” parodisi… Hızlıca aklıma gelen ancak ülkemizin, ben kendimi bildim bileli içerisinde olduğu en büyük sıkıntıları anlatan iki hadise, iki kelime, iki parça, iki bilgi ve artık iki ne derseniz o… Şimdi bir de “mini mini” eklendi bunlara…
Değişen ne? Doğrusu “değişemeyen ne” sorusu olmalı!
Değişmeyen, sağ-muhafazakâr iktidarlar!
Değişmeyen, dış borçlanma!
Değişmeyen, tarım ve hayvancılığın bitirilmeye çalışılması ve dışa bağlanma!
Değişmeyen, sanayi üretiminin minimize edilmesi ve dışa bağlanma!
Değişmeyen, yalan, dolan ve yandaş besleme!
Değişmeyen, yanlış dış ilişkiler!
Değişmeyen, Türk Lirasının sürekli değer kaybı!
Değişmeyen, vatandaşın yırtılmış cebi, cepkeni!