Sabahın köründe, o sabahın körü aşağıdaki fotoğrafta görülüyor.
Yolcumuz var. Ankara'ya gidecek. Sabah 6 uçağıyla. Yola çıktık. Arabada vedalaşmayalım dedik. Kapı önünde de vedalaşmayalım dedik.
Öyle ya, uçacak. Ya uçamazsa. Ya uçupta, inemezse. İnsanı ister istemez korku salıyor. En azından ilk aramaya kadar bavulunu taşıyarak, gözlerine bakarak eşlik ettik yolcumuza.
Sabah 5'inde, 10 yaşındaki oğlumla ve eşofmanlarımızla.
Deseler ki, biraz daha kalın havalimanı personoli ve uçaklar size çok sevdi, uykulu halimizi bir kenara koyuyoruz, kıyafetimiz de müsait değil.
Yolcumuza hayırlı yolculuklar diledik. Sarıldık, öpüştük ve güle güle dedik. O içerde daha çok bekleyecekti. Ama bizin daha içerilere girmemiz yasak olduğu için beklemeden çıktık ilk arama noktasından dönerek.
Arabaya doğru gittiğimizde, bizim gibi arabasını yolun kenarına park etmiş, 10 bilemediniz 15 araba vardı.
Onların en başında da, gündüz arayıpta bulamadığınız, ama sabahın 5'inde orada bitmiş bir trafik polisi. Anons ediyor, 'Yol kenarına koyduğunuz araçları kaldırın' diye.
Sanırım yola uçak iniş yapacak.
Ya da sabahın 5'inde çok kalabalık bir düğün konvoyunun geçişi olacak.
Hatta o saatte bütün herkes uykusunu bozup, bugün arabamızı havaalanına götürüp, park edelim, iç hatlar da, ya da dış hatlarda, kalkan uçakları seyrederek sabah kalvaltısı yapalım düşüncesiyle herkes oraya gelecek gibiydi.
Trafik polisindeki telaş, görev telaşından çok, 'Yaz baba, yaz' telaşı gibiydi.
Bir şey yazdığı falan da yok bu arada. İşin kolayını bulmuş, elindeki cep telefonuyla yanından 10 saniye içinde geçtiği aracın şöyle telefonun kamerasıyla bir fotoğraf çekiyor, Görevini üstün gayret içinde göstermiş bir nefer edasıyla, bir yerlerde çay içerken, açıyor telefonunu, bakıyor fotoğraflara, 'Sana bu kadar, sana şu kadar' diye cezaları yazıyor.
10 bilemediniz., 15 dakika yolcusunu yolcu eden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, 108 TL park cezasını da adrese postalıyor.
O polis memuru görevini hakkıyla yapıyor, biz salaklık yapıyoruz ve devlet bundan faydalanarak vatandaştan ceza adıyla para topluyor.
Herşey gayet normal.
Normal olmayan, bizim uçağa binecek olan, heyecanlanan, korkan, endişe duyan, kavuşamamak gibi bir hüzünlü bir durumla insanı davranış içinde bulunmamız.
İnsan dediğin, havalimanına yolcusunu bırakırken, arabasını otoparka bırakıp, 22 TL öder, insan gibi vedalaşmanın bedelini kapitalist sisteme öder. Bu vedalaşmanın nizamı bedeli 22 TL ödememeyeyi tercih ederse, diğer nimazı taraftan devletin memuru, 'adam gibi vedalaşamıyorsun, sabahın köründe arabanı 6 şeritli yolun bir şeritini işgal ederek park ediyorsun' der cezayı basar.
Normal olmayan, bizim uçağa binecek yolcumuzu, arabayı 10-15 dakika bekletip, yolcu etmeyi düşünmemiz.
Normal olmayan, bizim uçağa binecek yolcumuzu arabadan aşağı atıp, bavullarını ellerine tutuşturup, 'Gidişin olsun da, dönüşün olmasın' diyecek şekilde yolcu etmeyi düşünmemiz.
Normal olmayan, bizim sabahın 5'inde, havalimanında kimsecikler yok diye, 6 şeritli yolda, tek şeriti işgal edip, 15 arabanın varlığını, trafiği aksatmayan, az meşguliyet yaratan trafik olarak görmemiz.
Normal olmayan, bizim öğlen, akşam arasak da bulamadığımız, telefon etsekde gelmeyen trafik polislerinin, sabahın köründe orada ceza kesmek için nöbet tutuyor olmasını düşünememek.
Normal olmayan, bizim insani duygular içinde durum değerlendirmesi yapıp, trafik polisi de insandır, onlar da insan halinden anlar, sabahın 5'inden anlar, sabahın sakinliğinden anlar, cezanın keyfi değil, kamunun ihtiyaçları üzerine uygulanması gerektiğini düşünmemiz oldu.
108 TL'yi öderiz, devletimize katkımız olur.
Sonuçta havalimanında uçtuğumuzu, yolcumuzu uçağa uçurarak gönderdiğimizi, vedalaşmayı da havalimanından 10 km ileride yaptığımızı iddia edecek halimiz yok.
Asıl önemli olan sonuç, devlet ile vicdan arasında
Onu da düşündürürler.