İnsanın doğar doğmaz karşılaştığı bir kavramdır, dinlemek. Henüz gözlerini açmamışken bile dünyada neler olup bittiğini dinlemeye koyulur. Öyle değil mi ya? Bugün modern tıp, bebeklerin anne karnındayken dahi her şeyi duyduğunu söylerken birçoğumuzun tek derdi onlarla konuşmak ya da onlara klasik müzik dinletmek olmamış mıydı? Peki ama bu kadar değerli şey, nasıl oluyor da zamanla bir kağıt parçası gibi dağılıveriyor. Üstelik farkına bile varmadan!
Hâlbuki dinlemek, ilk tanışmasıdır insanın. Her şeyle… Suyla, toprakla ve gökyüzüyle örneğin. Balık hafızası, derler. Ama balıkların rotası şaşmaz. Kuş beyinli, diye bir tabir vardır. Ama kuşların da yönü bellidir. Değişmez. Yıldızlar ışık yılı uzaklığındadır, derler. Gidilmez! Ama gördüğünü duymuş olmalı ki insan, hayaller kurmaya başlayıp aradaki mesafeyi hesapladılar. Ya da önceden birileri dinlemiş olmalı ki en yakınındakini... Anladılar. Sonra isimler verdiler ona. Ay, dediler ilk kez. Aynı karanlığın saçlarında, aynı incelik ve zarafetle dolaştığı için… Hilal dediler ikinci kez. Oysa şimdi Dolunay’ın izini sürmek için takvimlerden kopya çekiyoruz. İçten içe akan o masum bilgiye, setler çektik.
Çünkü unuttuk. Önce müziğin sesini kıstık. Bazen bir köpeğin havlamasına bile tahammül edemiyoruz. Ağlayandan kaçıyor, kahkaha atmaktan utanıyoruz. Dışarıda oynayan çocukların sesine gürültü, yaşlıların tavsiyelerine abartı diyoruz. Yana yakıla bir suskunluk dilerken etrafımızdan, suskunluğun anlamını yitiriyoruz.
Dinle! Çünkü diller çevirmez anladığını, bazen sadece gördüğünü duyar insan. Sen dinlemezsen suyun kalbi boğulur. Dinle! Toprağın bir tohumu nasıl çatlattığına kulak ver. Dinle yoksa yıldızlar daha uzağa gidecek. Yol üstünde açan çiçeği dinle. Bir kaktüsün neden dikenli olduğunu, tek bir damlanın devrile devrile gökyüzünden nasıl düştüğünü dinle. Bir idam mahkûmunun son sözünü dinle. Bir bebeğin ayak seslerini, bir şiirin neden delirdiğini dinle. Eğer hazırsan, aklını nerde kaybettiğini gel bir de benden dinle. Çünkü o kadar küçüğüz ki bu dünyada… Ha varmış ha yokmuşuz gibiyiz üstünde. Her ne kadarsa… Birer titreşimiz aslında öyle değil mi? Herkes, her şey… Ve bu titreşimlerle muhteşem bir senfoni çalıyor evren. Milyarlarca yıldır!
O halde dinle! Dinlersen mucizeler gerçekleşecek, sırlar çözülecek. Dinlersen bir ismin olacak. Dinle nasıl düştüğünü, kalktığını ve nasıl yaralandığını. Nasıl iyileşeceğini dinle. Bir başkasından duy merhametin ne anlama geldiğini. Sonra zamanı dinle, gerçeği ve rüyaları… Ama en çok da kendini dinle. Bir yabancıymış gibi değil. Kendin gibi dinle kendini. Dinle ki var ol! Bir titreşim dahi olsan, evrenin o muhteşem senfonisine bağlan.