2012 yılından bu yana 11 Ekim tarihi “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak biliniyor. Kız çocuklarının yaşadığı, ötekileştirilme ve fırsat eşitsizliği karşısında oluşturan bir farkındalık günü aslında. Anayasal olarak yaşamlarının her döneminde güvenli ve sağlıklı yaşama ve eğitim hakkı ile doğuyor olmalarına rağmen toplumsal algı, dini öğeler ve bakış açısı farklılıkları nedeniyle en çok örselenen grup aslında önce kız çocuğu sonra da Kadın olmak. Toplumsal olarak en çok sindirilmeye çalışılan ve en çok mücadele verilmesi gereken grup bir anlamda.
Garip bir kısır döngü ile “Ana”yı kutsal ve saygı öğesi gören toplulumuzda “kız çocukları” ve “kadınlar” en az saygı gören grup olarak dikkat çekiyor. Her ne kadar şimdilerde biraz daha farkındalık artsa ve gelişim gösterse bile hala hak ettiği değerin yarısını bile göremeyen ve bu öğrenilmiş çaresizlikle mevcut durumu kabullenmiş pek çok birey mevcut.
İçine doğduğu aile ve coğrafya en büyük belirleyicilerden biri oluyor aslında kız çocuklarının yaşam serüvenlerinin. Kendi hayatlarının baş rolünü oynamak yerine kendilerine verilen rolleri kabullenmek zorunda bırakılıyor çoğu zaman kız çocukları. Eğitim hakkı elinden alınarak salt kız olduğu için ötekileştirilip erken yaşta evlendirilen ve evlilikle birlikte her geçen gün omuzlarına daha fazla yük binen kız çocuklarının anne olduklarında da sağlıklı nesiller yetiştirmeleri elbette ki beklenemez.
Oysa kendisinden sonraki nesillere şekil verecek olan bu günün kız çocukları geleceğin anneleri değil midir? Peki bir anne mutlu, özgür ve sağlıklı bir çocukluk dönemi geçiremeden mutlu, kendisini ve ailesini seven bir birey olarak öz değerli ve mutlu çocuklar yetiştirebilir mi?
Geleceğimizin teminatı bu günün kız çocuklarını korumadan geleceğimizi korumak ya da iyileştirmek elbeteki mümkün olayacaktır fakat onları korumak için evrensel bir gün ilan edilmesinin ötesinde önlemler alınması, daha fazla toplumsal bilincin arttırılması için çalışılması, devlet destekli politikalar uygulanması ve en önemlisi de EĞİTİM anlamında pozitif ayrımcılıkla kız çocukları ve kadınların daha fazla hayatın içinde varolmaları, kendi ayakları üzerinde durup üretebilmeleri teşvik edilmelidir. Bunun için atılan pek çok adım mevcuttur. Sosyal sorumluluk derneklerinin bir noktada toplanması, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kız çocukları ve kadınlara yönelik fırsat eşitsizliğini giderecek projeler oluşturmaları ama en çok da cahillikle mücadele başlatılarak top yekün toplumsal bir algı sürecine geçilmesi şarttır.
Yasalarla koruma altına alınan haklar eğer denetim olmadığı her an suistimal edilebiliyor ise anayasal düzenleme tek çare değildir ve önce bakış açısı ve beyinlerin değişip gelişmesi gerekir ki bunun da tek yolu EĞİTİM EĞİTİM EĞİTİM’dir.