Kimi zaman oturduğum yerde, kıyıya çok uzak bir noktadayken sele kapılmış gibi hissederim kendimi. Aradaki onca mesafeye rağmen o selin bana nasıl ulaştığını, beni nasıl içine alıp sürüklediğini anlayamam bile. Bazen sığlașıp, bazen de derinleșen düşünceler arasında sürüklenirken zihnimin parçalara ayrıldığını hissederim. Böyle zamanlarda içimde varlıklarından haberdar olmadığım duygu ve düşünceler öylesine dilimden dökülüverir.
Çok mu düşünüyoruz? Yoksa vaktini mi geçiriyoruz bazı düşüncelerin? Rafa kaldırıp iyice tozlanmasını bekliyoruz ve daha karmaşık hale getiriyoruz.
İnsanın derininde, en tükenilen noktalarda bile kelimeler bitmezmiș. O derinlik kör bir kuyu misali, bir taş atarsın, bir çok taşı geri gönderir sana. Sustuklarımız bir çığ gibi üstümüze gelir ve eziliriz altında.
Birbirine bağlanamayabilir bazen kelimeler işte o zaman özneleri belli olsa da yüklemleri birbirine karışır. Böyle zamanlarda daha çok sürüklenirim o selde ve kıyılardan sarkan düşüncelere çarpıp yine ayrılırım parçalara.
Bir düşünce bin ağıt yaktırabilir. Bir düşünce bin yaradan daha çok acıtabilir.
Bir düşünce savunmayı kırıp bin kez düşürebilir gardı. Bir düşünce bin kez düşürebilir insanı. Büyük bir iç savaş çıkartıp, çizik bile atmadan kanatabilir yüreği.
Ruhu oyuna getirir bazen.
"Bir cesedi sırtlanmış ufacık bir ruhsun sen. " diyor Marcus Aurelius Kendime Düşünceler isimli kitabında. Evet tam da öyleyiz bir gün ölmek için yaşıyoruz ruhu oyuna getiren, yolundan saptıran, yara aldıran düşüncelerden uzak durmanız dileğiyle.