Eckhart Toll kitabını okuyanlar bilir.
Basit bir şekilde anda kalmayı söyler. Geleceği veya geçmişi düşünerek nefret, sinir, endişe,üzüntü duygularını hissetmek için kendinizi zorlamanın tamamen gereksiz olduğunu anlatır. Yaşadığınız anda, yani tam olarak şu anda, herhangi bir sorun var mı diye sorar size. Örneğin borcum var yarın ödemem gereken bir çekim var ancak param yok diye dertleniyorsunuz. Detlenmek, sıkılmak, üzülmek durumu değiştirmiyor. Dolayısıyla "o anda" yani yaşadığınız anda bir sorun yok. Durumu değiştirmek için yapabileceğin birşey varsa yap der. Yoksa eğer anda kalarak sıkılmayı bırakmanı söyler.
Çok çok kısa bir şekilde, ana fikrini anlattım. Kitabı okursanız çok daha iyi anlayacaksınız. Hatta bunun bir başucu kitabı olması gerektiğini düşünüyorum. Unuttukça hatırlamak için, hayat tarzı haline getirmek için defalarca okunmalı.
Ne kadar düşünce yüklerseniz, duygunuzu o kadar güçlendirirsiniz. Yüklediğiniz düşünce pozitif, mutluluk dolu bir düşünceyse eğer sorun yok. Ancak korku, endişe, üzüntü düşünceleri size zarar verir.
Düşünceleriniz duygularınızı besler.
Korku filmi izlediğinizi düşünün. Gerim gerim geriliyorsunuz, bedeniniz kaskatı, kalbiniz çarpıyor. Ancak aslında endişe ve korku duyacağınız bir durum yok. Sadece izliyorsunuz. Sanal bir görüntüden geriliyorsunuz. O andan itibaren belki gece yatarken ışığı açık bırakacaksınız. Belki uykunuz kaçacak. Çünkü izledikleriniz sizi etkiledi. Eli bıçaklı her kapıyı açan katilin televizyonda olduğunu unuttunuz ve gerçek sanmaya başladınız. Aslında olan hiçbirşey yok. Olan tek şey sizin düşüncenizin duygunuza yaptığı baskı.
İzlediklerinizin gerçek olma ihtimalini düşüncelerinize yüklediniz ve duygunuz paniğe dönüştü. Oysa bir saat öncesine kadar korkmanız gereken bir katil yoktu.
Filmin etkisinden çıkana kadar korkacaksınız. Filmin etkisi geçtiğinde ise eli bıçaklı katil aklınıza bile gelmeyecek.
Düşüncenin hayatınıza etkisi.
Güncel bir örnek vereyim.
Deprem oldu, korkudan kendimizi sokaklara attık.
Saatler sonra cesaret edip eve girince sanki deprem canavarı orada tetikte bekliyormuş gibi koltuğun ucunda oturduk. Sabahı sabah ettik. Kim bilir kaç gün uyku nedir bilmedik.
Aklımız fikrimiz depremdi. Ya olursa, ya yine felaket yaşanırsa, ya bize birşey olursa diye düşündük durduk. Deprem konuştuk, deprem izledik, deprem okuduk.
Zaman ilerledikçe daha az korkar olduk. Koltuğun ucundan geriye doğru kaydık. Gözümüzü avizeden ayırdık. Daha az konuşmaya başladık. Deprem konulu programlar izlemek yerine, film açıp izledik.
Peki ne oldu? Depremin olduğu günden bugüne ne değişti?
Deprem olmayacak diye bir garanti mi verildi?
Peki depremin olduğu ilk günlerde, deprem yeniden olacak diye bir bilgi mi verilmişti? Biz o nedenle mi korkup panik atak olmuştuk?
Hiçbiri olmamıştı. Biz düşüncelerimizle yarattıklarımızı yine düşüncelerimizde serbest bırakmıştık o kadar.
Sevdiğiniz herhangi birisini düşünün. Uzak bir ülkeye taşınmaya karar veriyor. Gidip gelme ihtimaliniz sıfıra yakın. Bir daha ne zaman görüşürsünüz belli değil. Üzülüyorsunuz ama kahrolmuyorsunuz. Ellerinizi dizlerinize vurup ağıt yakmıyorsunuz.
Aynı kişinin ölmesi halinde kahroluyorsunuz.
Çünkü düşünceleriniz giriyor devreye. Bir daha görmeyeceğinizin kesinleşmiş hali düşünce olarak beyninizde dolaşmaya başlıyor. Yanındaki başka düşüncelerle birlikte elele verip duygularınızı coşturuyor. Ağlıyorsunuz, kahroluyorsunuz.
Düşünce hepsi, evet.
Korku ve endişeyi biz yaratıyoruz. Kendimizi biz üzüyoruz, biz sinirlendiriyoruz.
Hissettiğimiz herşey düşünceden ibaret.
Bu da demek oluyor ki, iyi hissetmek de bizim elimizde. Zihnimize yüklediğimiz ne ise duygumuz da o.
İyi hissetmenin basitliğine rağmen, kötü hissetmek için fena halde çaba sarfettiğimizin farkına varırsak, belki değişiriz.