Bu hayatta kendinle ilgili ne düşünürsen onun toplamısındır işte. Bizi biz yapan de bu düşünme şeklimizdir. Şöyle bir etrafına bak, ne kadar çok insan görüyorsan o kadar da düşünme şekli görüyorsundur. Bir şeye çok üzülüyorsan ona yüklediğin anlam, sana bu duygu durumunu yaşatıyor. Peki hepimiz olaylara farklı anlamlar yüklemeyi nasıl başarıyoruz? Bunun cevabı için küçüklüğümüze kadar inmeliyiz. Düşünsenize aynı anne babada, aynı evde büyüyen çocuklara bakıyorsunuz hayata bakış açıları çok farklı. Nasıl oluyor da aynı evde büyüyen çocuklarda bile bu, böyle oluyor? Çünkü hepimiz olaylar karşısında farklı duygular geliştiriyor ve bunları farklı düşünce yapılarına bağlıyoruz.
Hepimizin bir algı dünyası var, birini hiç etkilemeyen bir olay sizi çok büyük bir üzüntüye sevk edebiliyor. Küçüklüğümüzden itibaren sevgiyi, üzüntüyü, neşeyi, hüznü, mutluluğu öğrenmeye ve kodlamaya başlıyoruz. Oluşturduğumuz her kod, bize özel. Evet çok sevilen birinin ölümü karşısında büyük bir üzüntü yaşıyoruz çoğumuz ancak bu üzüntünün içini biz dolduruyoruz. Bu da bizim toparlanma ve hayata devam etme süremizi belirliyor. Kimileri yıllarca toparlanamazken kimileri hayata devam etme gücünü daha kısa sürede bulabiliyor.
Baktığımız zaman bu süreçlerin kişiye özel olması normal. Hayata hangi pencereden baktığınız bunu belirliyor. ‘’Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer. ‘’ algısına sahip olanlar durumlar karşısında daha esnek olabiliyorlar. Ama ‘’Batsın bu dünya, yaşanmaya değmez.’’ diyenlerdenseniz işte o zaman karamsarlık bütün bakış açılarınıza yansıyor.
Şimdi buradaki temel soruna değinebiliriz. O da şu ki, olayları yanlış yorumlama şeklimiz. Kafanızdaki yanlış kodlamalar, bizi birçok hastalıkla karşı karşıya bırakıyor. Önce psikolojimiz bozuluyor sonra beden hastalanıyor Bunu bir örnekle açıklayalım. Tek başınıza bir yere gidip oturmayı, kendinizle vakit geçirmeyi sever misiniz? Benim için bu, harika bir şeydir. Daha dingin olduğumu hisseder, mutlu olurum. Ama çoğu insanın cevabı böyle olmuyor. Tek başına olmayı eziklik olarak kodlayanlar fazla. Bu yalnızlığı değersizlik, yalnızlık, iç sıkıntısı, üzüntüye bağlayanlar çoğunlukta. O zaman bu kişiler, her yalnız kaldıklarında bu duygularla da baş etmeye çalışacaklardır. Yani yalnız kalmanın kendisi bizde bir duygu yaratmamaktadır, ona yüklediğimiz anlam bizi bir duygu durumuna sokmaktadır.
Peki her olaya pozitif duygular mı yüklemeliyiz? Burada önemli olan hayalci bir bakış açısı değil gerçekçi bir bakış açısına sahip olmaktır. Çünkü biz, bu hayatta hep mutlu, hep pozitif olamayız. Her türden duyguya ihtiyacımız var. Gerçekçi olmayan pozitif bir yükleme sadece o anı kurtarır ama kalıcı bir çözüm meydana getirmez.
Bu hayatta değiştirebileceklerimiz ve değiştiremeyeceklerimiz var. Maalesef ki çoğumuz, değiştiremeyeceği şeyler üzerinde didinip duruyor. Doğduğumuz aileyi, ülkeyi, anne babamızı değiştiremeyiz ama onlarla ilgili algılarımızı değiştirebiliriz. Zihnimizde olaylarla ilgili aniden beliren düşünceleri değiştiremeyiz ama bunlara inanıp inanmamayı seçebiliriz. Düşünsenize aklımıza gelen her düşünce her zaman doğru mu? Başımıza gelenleri değiştiremeyiz ama bunlardan çıkarmamız gerekeni çıkarıp geleceğimizi şekillendirebiliriz.
Bu hayat bize bir kere verildiğine hayatımızda neye inanıp inanmayacağımıza, neleri değiştirip değiştiremeyeceğimize gerçekçi bir bakış açısı geliştirip yolumuza devam edebiliriz. O zaman çok güzel bir çalışma yapalım kendimize. Alın elinize kağıt kalemi olaylar karşısında verdiğiniz tepkileri not edin. Tepkilerinize hangi duyguların eşlik ettiğine dikkat edin. Bu duygunuzu yaratan düşünceyi fark edin. Düşüncenizi yakaladığınız an, önce düşüncenin size ait olup olmadığına karar verin. Nerden aldınız, ne zamandır sizinle ve her şeyden önemlisi değişebilir mi, kontrol edin. İnanın ki çok büyük bir farkındalık yaşayacaksınız. Haydi bakalım!