2008 küresel ekonomik krizinden sonra, merkez ülkelerdeki (ABD, AB, Japonya gibi) durgunlukla mücadelenin bir aracı olarak likidite, olağanüstü düzeyde bollaşmış ve faiz oranları sıfıra kadar düşmüştür. Bu sayede, merkez ülkelerdeki finansal sermaye, çevre ülkelere yayılmıştır. Bol ve ucuz finansman kaynağı, çevre ülkelerin açıklarını finanse edip daha fazla açık vermelerine, zayıf ekonomilerinin bir süre daha sürdürülmesine ve yapısal reformların ertelenmesine neden olmuştur. Merkez ülkelerin durgunluktan çıkması ile birlikte yükselen faiz oranları nedeniyle, sermaye merkez ülkelere yeniden yönelmiş ve çıktığı ülkelerde döviz kuru üzerinde yukarı yönde bir baskı oluşturmuştur. Yakın zamanda ABD tarafından başlatılan ticaret savaşları, küresel neoliberal paradigmanın da artık bir çıkmazda olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Bu çerçevenin çizdiği sınırlar içindeki iktisadi ilişkiler örgüsünde, sermaye girişleri bizim gibi bazı çevre ülkelerde ithal oranı yüksek tüketimi ulaşılır kılmakta; iç tasarruf ve yatırım oranının düşük düzeylerde seyretmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla, ülkelerin kilit öneme sahip bazı göstergeler üzerindeki kontrolü ortadan kalkmıştır. Neoliberal bir ekonomik düzende Türkiye’nin uluslararası işbölümündeki yeri, katma değeri ve gelir üretme kapasitesi sınırlı, düşük orta teknolojili standart ürünlerin üretiminde uzmanlaşma olarak ortaya çıkmıştır. Ucuz döviz bolluğu ithalatı ucuzlaştırdığından, hem tüketim, hem de yatırım malları ve girdilerin ithalatının kolaylaşması, varsa bu ürünlerin yerli üreticilerinin piyasadan çekilmesi ve cari açık sorununun giderek kronikleşmesine yol açmıştır. Diğer yandan, ülke kaynaklarının, ihracata konu olmayan ve döviz kazançları da sınırlı olan inşaat sektöründe aşırı yoğunlaştığı da gözlenmiştir. Tarım sektöründeki ithal girdi maliyetlerindeki artış, tarımda üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Neoliberal ekonomik düzenin ortaya çıkardığı tüm bu ekonomik kırılganlıklar, sermaye akımlarının serbest dolaşımı ile geçici olarak sürdürülmek zorunda kalınmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada spekülatif sermaye akımlarının ekonomik kırılganlıkların üstünü artık kapatmaması sonucu ortaya çıkan derin bir döviz kuru krizi yaşanmaktadır. Bu krizin, ekonomi politikalarının değişmesi ve kendi kaynaklarıyla ve dinamikleriyle gelişen, istikrarlı bir şekilde büyüyen bir ekonomiye geçiş için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu açıdan kısa ve uzun vadede alınacak önlemler farklılaşmaktadır.
Kısa vadede, kısa vadeli borç servisi ve cari açığın finansmanının oluşturacağı ekonomik baskının ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler önem taşımaktadır. Bunlar arasında,
- Merkez Bankasının araç bağımsızlığından hareketle, esnek kur rejimine sahip ekonomilerde para politikasının etkin biçimde uygulanabilirliğinin avantajlarının kullanılması,
- Büyüme hedefinin yüzde 3’ün altına çekilerek cari açığın kontrol altına alınması,
- Gerekirse, piyasalar dışından devletler üzerinden ucuz maliyetli kredi bulunması yoluyla, özel sektör borçlarının devlet tarafından ödenmesi, özel sektörün devlete TL cinsinden borçlandırılması,
- Kamu yatırımlarına ilişkin maliyet ve fiyatlamaların gözden geçirilmesi,
- Ekonomi yönetiminin uluslararası piyasalara güven veren söylemleri sürdürmesi
gibi önlemler sayılabilir.
Orta ve uzun vadede ekonominin yapısal reformuna odaklanan ve neoliberal ekonomi politikalarına alternatif politikalar değerlendirilmelidir. Bunlar arasında,
- Kısmi ithal ikamesi (seçilmiş alanlarda) modeli uygulanması, ithalatı caydırıcı ve korumacı önlemler alınması,
- Ekonomide dolarizasyonun önüne geçmek için önlemler alınması, dış ticaretin karşılıklı ulusal paralar cinsinden yapılmasını öngören anlaşmaların yaygınlaştırılması,
- Özellikle yüksek teknoloji alanında yatırım, üretim, AR&GE için etkin önlemler alınması, gerekirse bu alanda kamu yatırımlarının yapılması,
- KOBİ’lerin teknoloji odaklı gelişiminin desteklenmesi,
- Tarımda teknoloji uygulamalarına ve kooperatifçiliğe özel önem verilmesi,
- Sürdürülebilir ve yerli enerji kaynaklarının geliştirilmesi,
- Ulaştırma sektörünün demiryolu ve denizyolu ağırlıklı olarak geliştirilmesi,
- Ekonomik planlamaya ve spekülatif sermaye akımlarının kontrolüne dayalı bir modele geçilmesi,
gibi önlemler sayılabilir.
Yaşanan kriz yeni bir ekonomik kalkınma modeli için fırsat olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’nin, 1994, 1998-99, 2001, 2008-09 krizlerinden elde edilen deneyimleri vardır. Ülkemiz, iş dünyasının potansiyeli ve deneyimleri, insan kaynağı, bilimsel birikimi, köklü ve geleneği olan kurumlarıyla bu krizden de başarıyla çıkacak güce sahiptir.
Ege Üniversitesi, bilgi birikimi ve akademisyenleriyle bu önlem ve politikaların oluşturulması ve hayata geçirilmesinde üzerine düşeni yapmaya hazırdır.