Ekmek derken, “eli ekmek tutmalı yaşa gelmiş” atasözümüzü hatırlatır ve bu sözün, kuru ekmekten dem vurmadığını belirtmek isterim. Buradaki ekmek; iştir, emektir, eştir, aştır ve tüm hayattır aslında…
Simit ya da gevrek… Ki, biz İzmirliler gevrek deriz. Aslında her ikisi de şekil olarak birbirinin neredeyse tıpa tıp aynısıdır ve aynı susam ile kaplıdır ve çıtır çıtırdır. İstanbul simidi denen türü ile İzmir gevreği denen türünün hamurunda ve hazırlama tekniğinde biraz farklılık olsa da, her ikisini gören mideler; özellikle de denize karşıysalar ve yanlarında bir de tavşankanı çay varsa, bayram ederler.
Biliyorum, hemen anladınız konuyu; kendisine Avşar kızı da denen Hülya Avşar’ın, son günlerde paylaşım rekorları kıran “gerekirse simit yiyeceğiz, bugünleri atlatacağız” sözüne getireceğim konuyu… Ancak simitten ya da gevrekten önce ekmek ile ilgili yazmalıyım;
Övünmek gibi olmasın; ekmek yemeği inanılmaz seven biriyim. Öyle ki, pilav, makarna ve patates gibi yemeklerin yanında bile ve çok büyük bir iştahla yerim ekmeği… Çorbacıların en büyük düşmanıyım; ekmek parasına fit olurlar hesap öderken… Hangi öğünde olunduğunun benim için bir önemi yoktur ekmek yemem için… Büyük bir istek ve hevesle ve sanki daha önce yememişçesine ekmek yerim ki, karşımdaki kişi ya da kişiler mutlaka o yemeyeceklerse bile, o ekmekten yerler! Ya da yemeği isterler! Doktor arkadaşlarım uyarsalar da, ben yine de ekmekten vazgeçemiyorum. Benimle daha önce aynı masada oturup, yemek yemiş dostlarım bu huyumu iyi bilirler.
Hatta bir keresinde, eşimle beraber bir akşam yemeği için dışarı çıktık. Orta düzey bir yerde oturduk ve siparişlerimiz geldi. Bir müddet sonra, garsonlardan biri masamıza ekmek dolu bir tabakla geldi ve uzak bir masayı gözleri ile işaret ederek, “yan masadan gönderdiler” dedi ve tabağı bıraktı. Şöyle biraz boylanıp bakınca gördüm ki, ekmek yemeği çok sevdiğimi bilen dostlarımdan biri de aynı mekândaymış ve bana minik bir şaka yapmış. Yan masadan içki, meyve, tatlı gönderildiğine şahit olmuştum ama ekmek ilkti doğrusu… Şimdi artık siz de biliyorsunuz, yan masadan ekmek gönderilebileceğini…
Neyse, bir ekmek fiyatı ile bir simit ya da bir gevreğin fiyatı aynı… Ve bu durum, ben kendimi bildim bileli de böyle… Elbet ki, bu işi meslek edinenlerin hesaplarında bir hata yoktur. Elbet ki, birinin susamı, mayası ve diğer katkıları ve en önemlisi hazırlık aşamasındaki harcanan işçilik tutarı diğerinden fazla demek ki… Ayrıca, gevrek ya da simit denen şey ekmek değil, aslında bir unlu mamul! Ama ben bir gevrek ile doymazken bir ekmek ile doyabiliyorum.
Sözü dolandırmayayım;
Hülya Avşar’ın sözüne zaten itimat ettiğimiz falan yok! Hepimiz biliyoruz ki, sosyal adalet sıralamasında o kaçıncı ve bizler kaçıncı sıradayız. Ve onun, sözlerindeki gibi her öğün simit yiyerek, kendince bir çeşit kemer sıkma ya da tasarruf politikası gütmeyeceğini de çok iyi biliyoruz.
O, sadece düzene ayak uyduruyor ve kendilerine önce muhafazakâr demokrat, liberal, sonra neo-liberal gibi takma adlar takan ve fakat onları da olamayan siyasal islamcılar gibi söylüyor. Aynı, şimdilerde devletimizi yönetenler gibi davranıp, halka ne yapılacağını dikta eden ve maalesef uygulamayan yöneticiler gibi…
Hatırlatırım; “itibardan tasarruf olmaz” diyen yöneticilerimizin varlığını…
Hatırlatırım; devleti yöneteni, peygamber ilan eden yöneticilerimizin varlığını…
Hatırlatırım; toplanan vergileri inkâr eden yöneticilerimizin varlığını…
Hatırlatırım; özelleştirme adında peşkeş çekilen yerlerimiz için, “babalar gibi satarız” diyen yöneticilerimizin varlığını…
Hatırlatırım; yabancı devlet başkanının maaşını çok bularak, kendi maaşı ile karşılaştıran yöneticilerimizin varlığını…
Hatırlatırım; kadınların çalışması nedeniyle istihdam sorunu yaşandığını söyleyen yöneticilerimizin varlığını…
Ve daha onlarcasını…
Bu toprakların makûs tarihinde var; halkını kuru ekmeğe muhtaç eden yöneticiler hep olmuşlar… Ama düşünür De Sinler’in dediği gibi, “halkı, gevrek değil, ekmek doyurur!”