Bu cümleyi çoğunuz duymuştur... İnsan, bir kitaptır okunması gereken... Bazı kitaplar gösterişli, albenili ama içi boş... Bazı kitaplar sade, naif ama içi bir dolu dünya... Kitapsever, dış görünüşe önem vermeyeceğini bilir... Umarım, her daim karşımıza çıkan insan kitabı okuyanlar da bunu biliyordur...
Bugüne kadar oldukça, insan kitabı okunmuştur diye düşünüyorum. Kimi, okumak ve anlamak için o sayfaları ilmek ilmek sabırla çevirmiştir... Kimi, alelacele sayfaları çevirip bir kenara bırakmıştır. Kimi de sayfaların satırlarını özenle çizmiştir... Kimi, o satırların arasındaki gizli kapıyı açmayı bilebilmiştir. Her ne olursa olsun hayat kitabı özenle okunmalıdır...
Ben de son zamanlarda, her insan bir kitaptır cümlesini pek test eder durumdayım... Her hayat, her gelinen yaş kişiye özeldir. Değerlidir, biriciktir... Bu bile kitabın değerini, insan kitabının değerini anlatmaya yeter...
Şimdi gelelim ''erkek sevmem ben'' cümlesine... Konuyu bağlayacağım merak etmeyin...
Akşamüstü beş çayına davetliyiz... Çok şeker, doksan yaşında arkadaşıma çaya gideceğiz... Güzide abla ile dünden sözleştik bugün ona gideceğiz, iki arkadaşımla birlikte...
Eşi vefat ettikten sonra çocuklarının yanına gitmek istemedi ve kendi evinde kaldı Güzide abla... Ama çocukları da bir şart koştular... Evde tek başına kalmanı istemiyoruz... Bundan böyle Aysel seninle kalacak dediler. Aysel, Güzide ablanın önce Parkinson olan eşine baktı. Eşi vefat edince ve kendi evinde kalmak, yaşamak isteyince çocukları da Aysel, bundan böyle senin için senin yanında olsun dediler...
Böylece Aysel’in hayatının şimdiki sayfalarında Güzide abla var...
Güzide ablanın hayat kitabının sayfaları da muhteşem. Başka bir gün de onun sayfalarını özenle aralarız...
Aysel’i tabi ki tanıyorum. Ama bugün beş çayında anlatılanlar, kitabın ilerleyen sayfalarıydı. Aysel bugün biraz içini açıverdi bize. Kadın kadına otururken...
Aysel yaşadığı köyde henüz ergin olmadığı on dört yaşında, üvey annesin zoruyla otuz sekiz yaşında bir adamla evlendirilir. Ben de şimdiki aklımla ve şimdiki zamanın serin sularında yaşarken kabul etmesen olmaz mıydı deyiverdim. Nasıl olmaz dersin ki... Annem ölmüş... Kardeşlerim ve ben bir de yeni kardeşlerimiz evde kalabalıktık. Biz kızların öyle bir seçeneği yoktu zaten demişti.
Benimle evlenebilmek için evini satıp başlık parasını cebine koyup köyümüze gelen bu adamla ben asla evlenmek istemedim dedi Aysel...Ne yazık ki kader baştan yazılmıştı... Sonun başlangıcının fitili ateşlenmişti...
Aldı beni hiç bilmediğim bir dünyaya, İzmir'e getirdi... Yaşım küçük aklım küçük dünyam küçük kalbimse küçücüktü dedi...
Beni alabilmek için babama koyunlar verdi para verdi. Bunlar için de evini satmış elindeki avucundakini tüketmişti... Doğru düzgün çalışmıyordu… E sonunda ne olacak çok geçmedi içmeye beni dövmeye başladı.
İki sene sonra oğlumu doğurdum. Yaşım tutmadığı için oğlumun nüfus kağıdını çıkartamıyoruz, benim yaşımı büyüttüler...
Ardından resmi olarak evlendik ve oğlumun nüfus cüzdanını çıkarttırabildik.
İçerdi, kokardı, söverdi... Ardından kızımı ve ikinci oğlumu da doğurdum. Ama ne dövmesi bitti ne açlık. Çocukları evde bırakıp merdiven temizliğine giderdim. Veya ev temizliğine, dayak desen hep vardı. Bunlar bana koymazdı da işten eve gelirken oğlanları tuvalete sokup palaskayla döverken, yolun başından çığlıklarını duymak yok mu? En kötüsü buydu...
Yirmi sekiz yaşındayken dul kaldım. Çocuklarla açız. Akşamüstü, çöp kenarlarında tele asılan kuru ekmekleri kimse görmeden alıp çocuklarıma yedirdim.
Bu böyle olmayacak dedim. Gittim bir hastaneye, buranın sorumlusu kim dedim. Beni başhekimin yanına çıkardılar. Üç çocuğumla açız dedim. Ben iş istiyorum, bana iş verin dedim. Başhekim ne iş olsa yapar mısın? diye sordu. Yaparım dedim. Ardından, hastaların altını temizler misin? diye ekledi... Yaparım dedim... Ve böylece o gün işe başladım.
Uzun yıllar hastaların altını temizledim. İşimi hakkıyla yaptım. Başhekimi ve kendimi hiçbir zaman utandırmadım. Sonra zaman ve şartlar beni yatılı hastabakıcılığa sürükledi. Öyle böyle derken yedi yıldır da Güzide ablanın yanındayım...Gözleri doldu... Emekliliğime az kaldı dedi.
Bizler de hep bir ağızdan hadi inşallah dedik. Yaşayamadığın sevgi ve saygıyı bundan sonra bulursun belli mi olur dedik. Hayat her an yeni bir kapı açar...
Ben erkek sevmem dedi. Kesinlikle evlenmeyi düşünmem bile. Ama kendime yeni sayfalar açarım dedi...
Bu cümle, Aysel ablanın hayatının cümlesi… Bu cümle, Aysel ablanın kitabının cümlesi... Benim şu ana kadar anlatmaya çalıştığım hikayeyi tek bir cümleyle anlatan Aysel ablanın bu sözüydü ''ben erkek sevmem'' dedi ve hepimizin kalbine mızrak gibi sapladı...
Herkesin kitabı kendine özeldir. Paha biçilemezdir çünkü biriciktir. Kim ne derse desin bazılarının hayat yolu çok çetrefilli.
Bazılarının hayat şarkısı çok acıklı. Onun için herkesin kitabı çok değerli... Onun için o kitapları elinize aldığınızda dışına değil içine bakın. O vurucu cümle nereden geliyor, onun sayfalarını bulun. Elinizden geliyorsa sarın sarmalayın. Sonra dönüp kendi kitabınıza da bakın.
Hayat yolumuz, hayat kitabımız, hayat şarkımız nasıl olursa olsun iyi bakalım onlara... Bu kitap bir kere yazılacak.
Aysel abla, eski sayfalarda beğenmediklerimizi yeni sayfalarda temize çekebiliriz kötüleri başkaları yazdı beyaz sayfalar bize ait ben de öyle yaptım diyerek son noktayı koydu... Bence de iyi yaptı.
Yazdığımızı baştan yazamayabiliriz ama beyaz sayfalara yenilerini yazabiliriz… Hayat kitabınla bize açtığın dünya için...Yeni beyaz sayfaları hatırlattığın için... Sen çok yaşa Aysel abla…