Dostluğumuz üniversite yıllarına dayanan Ayşeyle buluştuk. Mis gibi kokusu yayılan kahve eşliğinde sohbet ediyoruz. Konular derinleşiyor, genişliyor, uzuyor... Hatta bazen çıkılmaz sokaklara dalıyor.
Ama en çok Gönül de dönüp duruyor.... Gönül mü kim? Hayatımız boyunca her biraraya gelişimizde kulaklarını çınlattığımız sınıf arkadaşımız...
Gönül, üniversite yıllarında birlikte çok vakit geçirdiğimiz, sırlarımızı paylaştığımız çok sevdiğimiz bir arkadaşımız...
Üniversiteden yeni mezunuz, ilk iş deneyimini yaşadığımız iş yerinde Ayşe, Gönül ve ben birlikte aynı yerde işe başladık. Üçümüz gayet iyi anlaşan, işini seven, birbirini kollayan, başarılı kızlardık.
İşini iyi yapan derken, gerçekten de yaptığı işin hakkınını veren, haksızlığa da gelemeyenlerdik aynı zamanda...
Herkes çok çalışkandı, dürüsttü.... Günler böyle geçiyordu. Ta ki bizler de tecrübe sahibi olmaya, dünyayı ve iş hayatını tanımaya başlayıncaya kadar....
Bir gurup vardı çok çalışkan ve üretken.. Bir gurup da pek bir şey yapmadan bunun kaymağını yiyen... Ama bu kaymak, alınteri dökülmeden yenince bir süre sonra sıkıntıya sebep oluyordu...
İş yerine sadece birilerini ezmeye veya kendi egosundan başka bir şeyi kullanmayı bilmeyenler hakim olunca orada huzursuzluk başlar.....
Nerede başlar... Çalışanlar arasında...
Bizden büyük ve tecrübeliler arasında çok olmasa bile bir kaç tane böyle tipler vardı... Daracık gömlek giyip fazladan bir düğme daha açıp, yaşına uysun uymasın kısacık şeyler giyip, bir de göz süzüp yayıla yayıla konuştu mu her işi halloluyordu bu tiplerin. ..
Bunu yapanları, biz işe girdikten üç yıl sonra anlamıştık... Ne yapalım hayatın bize öğretecekleri vardı... Sırayla olacaktı bunlar...
Biz üç kafadar böyle davrananlara pek kızıyorduk... Çok çaba sarfetmeden, uğraşmadan, başkalarının da hakkını yiyerek iş gününü geçiren bu tiplere elbette kızıyorduk. Ama bir yandan da ne yapacağımızı bilmiyorduk. Çünkü hayatın o basamağında değildik. Ve üçer üçer çıkmayı henüz bilmiyorduk...
Bu iki tipi daha geniş olarak farklı bir yazımda ele alırım. Şimdi bugünkü yazının ana kısmına geçelim...
Evet biz üç kafadar bu kişilere kızıyorduk tabi. Yıllar bize de tecrübe kattı. Doğrular, yanlışlar yaptık ve özümüzü bulmaya devam ettik... Sonraki yıllarda üçümüz farklı şirketlerde iş hayatımıza devam ettik...
Biz Ayşe ile bağımızı hiç koparmadık. Koparmadığımız gibi güçlendirdik... Ama Gönül ile aynı şekilde devam edemedi. Bizlerden uzağa taşınınca fiziki olarak çok görüşemedik. Ama kalplerimiz birdi...
Ayşe ile kahvemizi yudumlamaya devam ederken, eskiler yeniler derken Ayşe birden durdu, bak sana ne anlatacağım dedi... Hani benim çocukluk arkadaşım Hale var ya. Onun kızı yeni bir işe başlamıştı biliyorsun. Henüz iki üç ay geçmemişti yöneticisinden şikayete başladı... Hem de hangi konuda tahmin et dedi...
Biz üç kafadarın iş hayatının ilk yıllarında tecrübe ettiği, cazibelerinin pençesiyle sıkıştırıp iş yapıyormuş gibi yapıp iş yaptıran tipler vardı ya... Hale'nin kızına da böyle bir yönetici denk gelmiş...
Kızcağız pek sıkıntılı... Bir gün onlardayken konusu açıldı... Ben de böyle tipler her iş yerinde olur dedim. Ardından da nasıl bir kadın ki acaba diye yüksek sesle düşünürken Hale'nin kızı iş yemeğinde çekilen fotoğrafımız var dur göstereyim dedi...
Fotoğrafa bir baktım ki gözlerim faltaşı gibi açılıverdi... Bu bizim Gönül diye sesim yükselivermiş...
Üniversiteli üç kafadar... Aynı iş yerinde aynı kişiye kızarken Gönülcüm senin gönül gözüne ne oldu... Nasıl dönüştün...
Neler ettin kendine diye düşünürken buluverdim kendimi dedi...
İnsan neye çok kızarsa ona dönüşürmüş ya... Ama isterse de bundan kurtulabilirmiş... Sen neden istemedin ki...Neden gereksizlikler kuyusuna atlamak istedin. Ne, zor geldi? Neyin kolayına kaçtın? Neyin egosu bunlar? Ya da neyin beceriksizliğini örtmek istedin? Neden veya kimlerden hıncını çıkarmak istedin? diye de ben düşünmeden edemedim...
Ne olursa olsun. Bu sebeplerin hiç biri çevrendekileri, özellikle kadınları ezmeye sebep değil. İş yeri iş yeteneği dışında başka yetenekleri kullanma alanı değildir.
Ayşe ile ben bu dönüşümü, bu hıncı çözemedik... Belki Gönül gibi düşünemediğimizden... Bilmiyorum...
Ama biz üç kafadar, okuldan yeni mezun tipler... Hayallerimiz varken, saf ve temizken... Bizim hayallerimizi yıkmaya, amacı sadece işini layıkıyla yapmak olan gencecik fidanları kırmaya kimin hakkı olabilird ki..?
Gönül kızdığı ve tasvip etmediği bu karaktere neden ve nasıl dönüştü?
Her ne olursa olsun gönül kırmak, gönlü derinden yaralamak ve ekmeğine mani olmak için ne sebep olabilir ki?
Aramızda öyle bir hukuk var... Gönül ile bu konuyu konuşacağım. Bir de ondan dinleyelim bakalım bu konuyu. Demek ki daha sonraki yazının konusu belli oldu... Gönül ile de bir kahve içmemiz gerekecek. Her şeyi öğreneceğiz.. Bana biraz zaman verin. Haftaya görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın...