Sabahın en güzel saatleriydi. Güneş bulanık bulutların ve mavimsi renkli havanın ardından yükselip gökyüzündeki yerini almaya başlamıştı. İnsanların uykularını bölen, uyanışlarına huzur katan yüzlerinde tatlı bir tebessüm bırakan kuş sesleri, horoz sesleri, yan yana dizilmiş bahçeli evlerin boşluklarından yükseliyordu.
Muzaffer Amca da daha fazla geç kalmadan uyanmış ve bahçeye çıkmadan her zamanki gibi ilk iş olarak yeleğini sırtına geçirmiş, çaydanlığını ocağın üzerine yerleştirmişti. Evin cümle kapısını açtığında mis gibi bahçe kokusu yüzüne çarptı. Bahçesinde dikili olan ağaçların çiçek kokuları, meyve kokuları ve toprak kokusu içini doldurmuştu.
Kaç yıl geçti üzerinden hiç hesaplamadı. Askerlik dönüşünde babasını kaybettiği günden sonra behçenin bütün işleri ile kendisi ilgilendi bir sürü ağaç çeşidi denedi, meyve fidesi dikti, çiçek yetiştirdi; ama hiç birisi gülün yerini tutmadı. Anlatması ve tarifi imkansız bir sevgi ve aşkla yetiştiriyordu bu çiçekleri. Sevgilisiydi, aşkıydı. “Hayatım, canlarım, güzellerim” diye diye her sabah konuşarak sevdiği güllerin yeri bir başkaydı. Bu kadar sevgi dolu ve emek ile yetiştirdiği güllerini yıllardır bir çok taliplisi çıkmasına rağmen kesinlikle kimselere vermeye kıyamıyordu. Güllerin kokusu hiçbir şeye benzemiyordu. Güller mi kokusunu Medine’den almıştı Medine mi kokusunu gülden almıştı da güllerin efendisi Medine’de uyuyordu?
Herkese sunmasa da, hayat arkadaşına her sabah bir tane gül ikram etmeyi 35 yıldır hiç unutmadı Muzaffer Amca. Her gün güllerin bakımından ve kontrollerinin ardından yaprakları olgunlaşan, kokusu en keskin halini alan, en güzel rengine kavuşan bir dal gülü fidesinden ayırıp kendi gülüne verirdi.
Karısı, hayat arkadaşı, yoldaşı Melahat Hanım’a bahçesini güller ile donattığı gün den sonra hiç ismi ile hitap etmemişti. Hep “GÜLÜM” derdi.
Gülüm benim.
Günüm benim.
Sensiz olamaz.
Gecem, gündüzüm benim.
Sık sık bu yazdığı dörtlüğü kahvaltı masasında fısıldardı Melahat Hanım’a gözlerinin içine bakarak.
Eşine sunduğu güllerden geriye kalanını toplar ziyan olmadan daha önceden yerini ayarladığı kurumlara, kişilere götürür hediye ederdi. En son topladığı çiçeklerini yaşlı ve bakım evindeki bakıma muhtaç yaşlılara armağan etmişti.
Bugün sıra, evin alt sokağındaki okula gelmişti. Öğretmenler odasını süsleyecekti. Güllerini götürüp ikram etti. Tüm okulun öğretmenleri ayrı ayrı teşekkür ettiler. Muzaffer Amca’yı kapıya kadar uğurladılar.
Günleri böyle güller ile gül ile gülü ile eşi ile geçen Muzaffer Amca’ya bir günün akşam üstünde bir telefon gelmişti. Arayan ilçe Belediye Başkanlığı Park ve Bahçeler Müdürlüğü yetkilileriydi. Kendilerini tanıtıp müdür bey için yarına bir randevu talep ettiler. İstedikleri randevuyu alınca da sabah saatlerinde soluğu bir ekip halinde Muzaffer Amca’nın bahçesinde aldılar.
Bahçede buluşan misafirleri ve ev sahipleri mis gibi demli çayların eşliğinde sohbetlerine başladılar. Çiçeklerden, tarımdan, ağaçlardan, meyvelerden, konuştuktan sonra müdür bey sözü aldı ve Muzaffer Amcaya teklifini iletti.
“Yıllardır en ince, en hassas düşünceleriniz ile kimsesizlerin kimsesi, yetimlerin sevinci, yüreği burukların hüzün kovucusu oldunuz. Sizin çalışmalarınızı gittiğiniz kurumlardan, hoşnut olan yakın çevremizden öğrendik. Bu bizi de çok mutlu etti başkan beyin de düşüncesini aldık ve size bir teklife geldik. Tüm masrafları belediye tarafından karşılanacak olan bir yer ve mekan tertipleyip size bir yer açmak istiyoruz. Bu açacağımız yerde sabit kalarak sizi sabırsızlıkla bekleyen artık sizin hayranınız olan kişilerin buraya gelmesini sağlayıp hem sizin ile görüşmelerini sağlayacağız hem de yetiştirdiğiniz güllerinizi isterseniz gelen misafirlerinize sunma imkanınız olacak.”
Muzaffer Amca biraz yasının ilerlemesinden, biraz yorgunluktan, bir de başkan beyin ricasından dolayı kabul etti.
Müdür bey en güzel dileklerini ve temennilerini sunarak ayrıldığı bahçeden hızla belediyedeki dairesine geçti ve görevlendirdiği en hızlı en sadık elemanlarına verdiği talimatlar ile kısa sürede şehrin en güzel, en sakin ulaşımı en zahmetsiz yerinde nostaljik görünümlü, eskitme ahşap bir dekoru olan küçük bir dükkan dizayn ettirdi. Üzerine de şık bir tabela asıp GÜLCÜ BABA yazdılar.
Sabah erkenden bir belediye çalışanı ile belediyeye ait araç Gülcü Baba’yı evinden alıp dükkana getirdi. Gördükleri karşısında duygulanan, ilk kez kendisi için karşılıksız yapılan bu nezaket karşısında göz yaşlarını tutamadı. Müdür bey devreye girip konuşmaları ile ortamın hüznünü dağıttı.
Ertesi gün Gülcü Baba bahçeden topladığı gülleri ile dükkanını açıp dükkanının en güzel köşesine getirdiği güllerini yerleştirdi. Güzel bir çay demleyip, eskilerden kalma bir sanat müziği açtı, bir de günlük gazete koydu sehpanın üzerine.
Günler ilerledikçe, güller tezgahları süsledikçe, sahiplerine ücretsiz dağıtıldıkça Gülcü Babanın, insanların bulunduğu mahallenin, şehrin neşesi yerine geliyordu. Her gün hava kararana kadar çalışıyor en son kendisine bir dal gül bırakıyor onu da yanına alıp eşine, gülüne, gününe, gecesine teslim etmek için belediyenin aracı ile evine doğru yola çıkıyordu.
Evde Gülcü Baba’yı bekleyen eşi arabanın ışıklarını görür görmez pencerenin yanından ayrılıyor eşinin giyeceği terliklerini çıkarıp kapının önünde bekliyordu ve o muhteşem buluşma anının keyfini yaşıyordu her gün. Kapı çalıyor ve gül takdim ediliyor. Yanağına küçük bir buse konduruyordu.
Her günün böyle geçmesinin ardından bir akşam üstü tam kepenklerini kapatmaya hazırlanan Gülcü Baba’nın dükkanının önünde siyah bir araba durdu. Camları simsiyahtı. Arabanın içi dahi görünmüyordu. İçinden bir deli kanlı indi. Selamsız sabahsız içeri girdi.
“Bey baba çiçek demeti hazırlar mısın acil ama geç kaldım,” dedi.
Gülcü Baba genci kırmak istemedi. Konuşma tarzını gençliğine verdi. Fazla sual etmeden sehpanın üzerinde duran gazeteden bir parça yırttı eşine ayırdığı gülün dışındaki tüm çiçekleri bir demet yapıp gence uzattı. Buna çok sinirlenen genç sesinin tonunu daha da ağırlaştırarak ve sertleştirerek;
“Bu nasıl bir buket babalık, böyle mi kız istemeye gideceğim? Yok mu renkli kâğıtların kurdelaların hem bunlar kokmuyor bile üzerine parfüm falan sık bir şeyler yap hadi.”
Gülcü Baba hiç ses etmedi 35 yıllık hayalleri emekleri birikimleri içinde yaşattığı duyguları, çiçekleri ve bahçeleri bir zengin züppesinin dilinde her geçen dakika kayboluyordu.
“Benim güllerim renkli kâğıtlara, kurdelalara sığmaz ayrıca bunlar güldür çiçek değil. Burası da gülcü çiçekçi değil. Burada satılık gül yoktur senin gönlün olsun diye ben sana demet yaptım. Anlaşıldı mı delikanlı? Ayrıca güllerin üzerine parfüm sıkılmaz.”
“Ya bırak nutuk atmayı da şu köşede duranı ver bari o daha diri duruyor bunlar ne böyle pestili çıkmış.”
Gülcü baba daha bir şey demeden eşine ayırdığı gülü bir çırpıda alan genç gazeteye sardı diğerlerini gazete kâğıdından çıkarıp tezgahın yanında duran çöpe attı.
“Bunlardan iş çıkmaz babalık,” dedi.
Cebinden para çıkardı tezgahın üzerine saçarcasına attı ve hiçbir şey demeden dükkandan çıktı. Gülcü Baba bu kez sessiz kalmadı.
“Evlat,” dedi sert bir ton ile. Genç döndü geri geldi.
“Yetmedi mi yoksa!” dedi tam elini cebine atıp para çıkaracaktı ki gülcü baba elinden tuttu gencin.
“Koy onu cebine,” dedi. “Ben 35 yıl gül yetiştirdim. Satmadım. Bugün de satacak değilim. Senin o para ile yaptırdığın paketler bende yok. Kokular, kurdelalar yok. Ben yüreği ile gelip sevdası ile buluşmaya gidene yürek dolusu buketler hazırlıyorum. Senin paran burada geçmez anlayacağın. Çiçek yetiştirip para kazananlar bahçıvanlar değil tüccarlardır. Şimdi al bu paranı devam et hadi yoluna.”
Bu nasihatlara sinirlenen genç elindeki gülü de yere çarpıp aracına bindi ve hızla yoluna devam etti.
Gülcü Baba yıllar sonra gülüne, güneşine gül götüremeden belediyenin aracına elleri bomboş bindi. Gülcü Baba mekânının anahtarını gelen şoföre verdi.
“Reis beye ve müdürü beye selam söyle bugün güller soldu. Güllerin kokusu hayatın tadı kaçtı. Bir yeni yetmenin dilinde kaybolup gitti aşk dedikleri, sevda dedikleri, hastaya şifa, yeni doğana nazarlık, geline güzellik olan güller soldu.”
Araçtan inen gülcü baba elleri boş kapıyı çaldı. Kapıdan içeri girerken cehennem ateşine kendini atıyor gibiydi ilk kez bu kadar zor bir selamlama yaptı. Eşine baktı;
“Güller soldu,” dedi. “Gayrı sevda yürekten çıkmış cüzdana girmiş. Günüm, güneşim kusura bakma elim boş geldim,” dedi.
Melahat Hanım Gülcü Baba’nın ellerini tuttu, gözlerinin içine sevgiyle baktı.
“Solduysa toprakta yetişenler soldu. Senin yüreğinde ekili olan burada bak, işte karşındayım senin gülün benim. Onların yere attığı toprağın gülü. Hoş geldin gönül bahçeme, yıllardır toprağın gülü ile gönlünün gülünü sevindirdin. Güllerin kokusu ile yüreğimi sevindirdin. Şimdi kendi kokun ile geldin. Yasla başını sineme çekeyim kokunu içime içime. Sana yüreğinin gülü ile ben yeterim.”