1992 yılında gazeteciliğe başladığımda yaşadığım haber heyecanını diyebilirim ki, 2002 yılından itibaren yaşamamaya başladım.
Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de internet üzeri haber yapmak, sosyal medya üzerinden doğru veya yanlış olduğunu bilmeden haber paylaşmak günlük değil, anlık trend oldu.
Bunun yansımaları tabi ki, 2002 yılına kadar her sabah mutlaka okunması gereken yazılı basına kötü şekilde olmaya başladı.
Meslek hayatım boyunca benim haber yapma tarzımı meslektaşlarım gayet bilir.
Haberin özel olmasına, haberin sadece gazetemde olmasına, haberin sadece benim imzamla çıkmasına özen gösterirdim.
O kadar özen gösterirdim ki, Anadolu Ajansı, Doğan Haber Ajansı gibi haber ajanslarında görevli meslektaşlarımla birlikte çalışmamayı tercih etmek zorunda kalırdım.
Çünkü bilirdim ki, ajans üzerinden çıkan haber, 5 dakika, bilemediniz 10 dakika sonra sadece bütün gazetelerde değil, televizyonda ve internet üzerinden sosyal medyada yayılacak ve ertesi günü haberimi gazetede okuyan önce gazeteme sonra bana bayat, eski, okunmuş, dünkü haberi veriyorlar statüsünde bakacaktı.
Ajanslarda görevli meslektaşlarımla çay, kahve, sohbet tamam ama iş haber olunca ‘Kusura bakmayın, bu benim özel işim’ diyerek haber takibi yaparken yollarımı ayırırdım.
Buna kızan, gücenen, beni ukala gören, bencil gören çok meslektaşım oldu. Hatta bu konudaki düşüncemi egoist olarak değerlendirip, beni meslektaş olarak kötü gören çok insan oldu. Bunları yüzüme söylemediler ama arkamdan söyledikleri bir şekilde kulağıma geldi.
Habertürk Gazetesi yazılı yayın hayatına son baskıyla, son verdi.
Gazete ekonomik olarak ayakta duramadı.
Önce bir yıl öncesine dayanan küçülmeye gitti, sonra bu da yeterli olmayınca kapanmaya mecbur kaldı.
Gazetenin patronaj kısmı açık ve net açıklama yaptı. Son baskıyı, düşen okuyucu sayısı ve reklama, yükselen maliyetlere bağladı.
Yılların gazetecisi olarak benim bile bugün gazeteler ne yazdı diye okumayı değil satın almamayı tercih ettiğimi kağıtlarda, nelerin olduğunu bazen bir gün, bazen birkaç gün öncesinden televizyonlarda, internet ortamında ve sosyal medyada görmek, gazete okuyucularını bıktırdı.
Özel haber yapabilecek yeteneği, çevresi olan gazetecileri yok paraya çalıştırmaya çalıştırarak kaybeden gazetelerde, günlük rutinleri, ajanslarla birlikte takip eden haber merkezleri, her gün biraz daha küçülmeye mecbur kaldı.
Asgari ücretin altında çalışmaya çağırdığınız genç gazetecilerin, kendini bırakın geliştirmeyi, hayatını nasıl idame edeceğini düşündüğü yerde özel haber düşüncesini aşılamak ise imkansızların imkansızı gibi oldu.
Bakmayın bazı yazılı basının hala ısrarla gazete çıkarmaya çalıştıklarına, bu tarihi not edin, 3-5 seneye kalmaz, yazılı basın komple yok olur.
Peki yazılı basın yok olur da, gazetecilik meslek olarak yok olur mu diye sorduğunuzu tahmin ediyorum.
Gazetecilik mesleği yok olmaz ama sıradanlaşır.
Televizyonlarınızı açtığınızda arada bir kurum içi reklam görürsünüz.
‘Çevrenizde gördüklerinizi, çekin, gönderim, WhatsApp hattımız şu’ diye.
Herkes bedava çalışacak GAZETECİKLER peşinde.
Üniversitelerin gazetecilik, televizyonculuk, sinema ve halkla ilişkiler biriminde sözüm ona Türkiye’nin medya sektörü için lisans eğitimi verdiğiniz bir medya dünyasında, herkesi gazeteci, haberci gözüyle gören bir medya hayatı yaşıyorsanız, biraz daha uzak zamanda da olsa, görsel medya da habercilik bakımından kapanma noktasına gelir.
Gazetelerin, gazetecilerin korunması, kamuoyunun doğru haber almasının da korunması demektir.
Siz geçmiş ticari hayatı ne olursa olsun herkesin gazete patronu olmasına göz yumarsanız, siz geçmiş yaşantısında ne iş yaparsa yapsın herkesin gazetecilik yapmasına göz yumarsanız, bu kötü medya ortamının içinde gün gelir ‘Sesimi duyan yok mu?’ diye boşuna bağırırsınız.
Öyle de olmuyor mu ?
Gün geçmiyor, devletin ilgili kurumları, sosyal medya da, internette, gazetelerde, televizyonlarda çıkan ve kamuoyunun yanlış bilgilendiren haberlerle ilgili açıklama yapmak zorunda kalmıyor mu?
Gazeteciliği öldürürseniz, size gelecek haberler de ölmüş olur !