HAYAT’IN HİKAYESİ

Banu Pirinçcioğlu

Bugün size bir hikaye anlatacağım.

Okuyacağınız hikayede gerilim var, aksiyon var, gözyaşı, çaresizlik, ihanet, acı var. Her türlü duyguyu yaşayacağınız bu hikayenin kahramanı, adını hayat versin diye Hayat koyduğum kız, artık melek oldu. Olana kadar da çok çekti. Şimdi gelin size kanunun malesef koruyamadığı bir köpeğin bir aylık hayatını anlatayım.

Birgün, bir “hayvansever” olduğunu iddia eden bir hanımefendi, Foça sokaklarında terk edilmiş yaşı oldukça ilerlemiş bir golden retreiver buluyor. Hemen orada bir kliniğe götürüyor. Kliniğe girerken yürüyebiliyor,yiyor, içiyor,gayet normal bir görüntüde. Ancak yapılan testler onda bir takım köpek hastalıkları olduğunu gösteriyor. Nedir bunlar, erlişya,leşmanya denen tedavi olmadığı takdirde köpeği yiyip bitiren hastalıklar. Aynı zamanda çenesinde de kırık tespit ediliyor, üst çenesinde. 20 gün klinikte kalıyor, sonrasında bu “hayvansever” kişi onu gelip alıyor. Ancak köpeğin durumunu iyi görmüyor, erimiş bitmiş görünce, siz buna ne yaptınız deyip sinirlenip çıkan faturayı da ödemeden zavallı kızı alıp çıkıyor.

Yürümeye takati olmayan kemiklerinin derisini delip çıkmaya hazır olduğu çocuğu alıp karşıyaka beldesinde aslında köpeklerin bakılmadığı, sadece kedi tedavisinin yapıldığı Taypark’a koyuyor. Orada tanıdığı hekimlerden rica ediyor, ona serum bağlanmasını istiyor. Tam dört gün boyunca, hastalıktan iyice düşen bu can, orada öylece yerde yatıp ağrı kesici ve vitamin karışımı serum alıyor. Dördüncü günün sonunda bir şekilde konu bana ulaşıyor. Bana ulaşanlar diyor ki, bu kızın iyi beslenmesi gerekiyor, mama desteği yaparmıyız? Çocuğun halini görüp mama değil ona tedavi lazım deyip ayağa fırlıyorum.

Iflah olmaz hayvanseverliğim bu çocuğun öyle yerlerde sürünmesine razı olmayıp tedaviyi üstlenmeye itiyor beni. Arıyorum Tayparkı alayım çocuğu diye, ancak ona bakan bir hayvansever olduğunu onunla görüşmem gerektiğini söylüyorlar. Bu arada görüşmem gereken şahsın sorunlu ve anlaşılması imkansız bir yapısı olduğunu duyuyorum, onu tanıyanlardan.

Şahsın telefonunu edinip arıyorum. Kendimi tanıtıp hasta çocuk hakkında aradığımı söylüyorum. Ilk cümlemde hakaret ve küfür ile karşılaşıp şok oluyorum. Konuşmamız ilerleyemiyor. Oysa ki, 20 saniye süren konuşmada kurabildiğim cümleler içerisinde, destek olalım, tedaviye alalım da var. Ama nafile. Yıllardır ilk kez yardım eli uzatmak isteğim küfür ve hakaretle sonlanıyor.  Ne yaparız ne ederiz diye düşünürken bir çok hayvansever gönüllü ile konuşuyorum. Herkesin yorumu net, o çocuk çok hasta yerlerde olmaz onun alınması tedaviye başlanması gerek. Ama bu şahıs izin vermiyor. Ben bakarım ona çekilin karışmayın diyor.

Bir kere, bu şahıs köpeğin sahibi değil. Sokakta bulduğu bir köpeğe el koymuş vaziyette. Ancak durum vahim çünkü artık Cuma akşamı olmuş ve Cumartesi Pazar Taypark kapalı. Peki ne olacak? Yine çözümsüz ve yanıtsız kalıyoruz.

Ertesi sabah Cumartesi günü ilgili şahıs köpeği gidip alıyor ve meçhule karışıyorlar. Kendisini dernek başkanları, avukatlar dahil onlarca kişi arıyor. Vermem de vermem diyor. Parası olmadğını her karşılaştığı kişiye söyleyip ağlayan şahıs, acı çeken bu denli hasta bir köpeği evine kapatıyor. Ve evde başka bir hekim tarafından serum bağlatıyor.

Öğreniyoruz ki, serum sadece ağrı kesici,vitamin içerikli olup tedavi niteliği taşımıyor. Çünkü bu kişilere göre bu can’a yapacak birşey kalmamış. Yani bırakılıyor, vazgeçiliyor. Hedef acılarını dindirmek.

Bu arada hayvansever kişi bu haldeki canı çıkmak üzere olan canı banyoya sokup yıkıyor! Bunu da iyi birşey yapmışçasına arayıp soranlara anlatıyor.

Bu sırada boş durmayan bizler, kanuni yollar arıyoruz. Ortada hasta, acil tedavi edilmesi gereken bir köpek var ve sorumsuzca, sahibi bile olmadığı birisi tarafından eve kapatılmış vaziyette. Ne yapılır diye, polis, avukat, tarım orman bakanlığı herkes aranıyor. Aldığım yanıtlar dehşet verici.

Eğer işkenceyi, kötü davranışı destekleyen görüntü yoksa birşey yapılamıyor.

Dahası, kanuna göre “kendi evinin sınırlarında baktığı sürece” herşeyi yapabilir. Konuştuğum yetkiliye soruyorum, peki evinin sınırlarında şiddet uyguluyorsa? Kötü davranıyorsa? Yanıt dehşet, yapacak birşey yok, malesef kanun böyle…

Kanun köpeği korumuyor. Dernekler çaresiz. Avukatların elinde yapacak birşey yok. polis, zabıta çözümsüz. Ancak köpeğin gerçek sahibi ortaya çıkıp alabiliyor. O da zaten olamayacak bir hayal.

Telefonlar kapanmıyor. Günler geçiyor, ki saatler bile önemli bu durumda. Tek çare ilgili “hayvanserver” kişiyi ikna edebilmek. Nuh da demiyor peygamber de. Arayan bütün iyi niyetli dernekleri, avukatları engelliyor. Anlamsız, tuhaf bir inadı var. Çocuğun çektiği acılar bize dert oluyor. Neredeyse herkesin vazgeçtiği çocuktan vazgeçemiyorum. Iki kişiyiz sadece çabalayan. Herkes bıraktı gitti.

Günler sonra durumu iyice kötüleşen çocuk iki ayrı kliniğe götürülüyor bu şahıs tarafından. Ilaç verin diyor. Bırakın tedavi edelim çağrısına yine kulak tıkayıp derisi kemiği erimiş çocuğu çeke çeke çıkarıyor oradan da. En son serumunu bağlayan hekimin kliniğne gidip arıyor.

Ve tükendiğini ifade edip köpeği teslim edeceğini söylüyor bizlere…

Fikrini değiştirir, yine vazgeçer diye işi gücü bırakıyoruz, akşam saati koşarak alıp gidiyoruz.

Bu süreçte iyice erimiş köpeğin tutacak bir gram eti kalmamış bedeninde. Kemikleri kırılır korkusuyla kucaklayıp arabaya koyuyoruz.

Donanımlı ve 24 saat açık bir kliniğe vardığımızda öğreniyoruz ki, aslında çenesinde kırık olduğu iddia edilen çocuğun çenesinde tümör var. Bir ay boyunca bu hastalığı baskılamak için hiçbir tedavi uygulanmıyor. Dolayısıyla minicik tümörler boğazını kaplayacak hale gelmiş. Aslında o kadar geç kalınmış ki, beklenti sadece mucizeye kalıyor.

Yerle bir olan kan değerlerini, ellibin lokositi normalleştirme çabası veriliyor. Çünkü o kadar tutunmak istiyor ki yaşama Hayat. Son ana kadar kafasını kaldırıp bakmak istiyor, kuyruk sallamaktan asla vazgeçmiyor.

Onu hayata bağlamak için, yanına gidip konuştuğunuzda, belli sözleri duyduğunda gözleri büyüyor, kirpikleri kırpışıyor. Top, oyun, çıkalım gibi sözlere verdiği tepkiler hayal değil gerçek. Herşeye rağmen vazgeçmemiş, o direnirken biz de seferber oluyoruz.

Ancak bütün yaşama isteğine rağmen, aldıktan beş gün sonra uykusunda terk ediyor bizi.

Bu korku filmi sona erdiğinde, geriye şu sorular kalıyor sorulacak. Cevabının verilmeyeceğini bile bile soruyoruz.

Ilk başta yanlış teşhis konulmasaydı ne olurdu? Erken teşhis hayat kurtarmazmıydı?

Sırf canı istediği için, sokakta bulduğu bir canın tedavisine engel olmak suç değilmidir?

Beş gün boyunca yerlerde taşın üstünde yattığı Taypark’ta daha kapsamlı bir tedaviye alınsaydı sonuç daha iyi olmazmıydı?

Ve haftasonu evci çıkan yurt öğrencisi gibi Cumartesi günü bu hayvansever kişinin gelip elini kolunu sallayıp almasına müsade edilmeseydi? Sepet gibi oradan oraya sürüklenmesine müsade edilmeseydi?

Ağır hasta bir canın klinik ortamında bulunması gerekirken, evde, hijyen şartlarından uzak bakımına müdahale edebileceğimiz bir yasa olsaydı?

Ve bu cana dokunmuş olan tüm uzmanlar, yapacak birşey yok demeyip bir ilaç tedavisine başlasaydı? Bir hafta boyunca eriyip gitmesine engel olurmuydu?

Bir hayvan koruma yasası olsaydı yaşama şansı olurmuydu? Hatta bir yasa olsaydı, bu çocuğu yaşlandı diye terk eden sahibi bu şekilde sokağın orta yerine bırakabilirmiydi?

Ve son soru;

Hekimlik son ana kadar gereken herşeyi yapmak, hastayı kurtarmaya adanmak değilmidir?

Herşey yapılmış olsa da gidebilirdi Hayat, yine kötüleşebilirdi. Ama bunu denemeden bilmemiz mümkünmüdür?

Hayat gitti. Ancak yine yeni Hayat’lar olacak. Yine elimiz kolumuz bağlanacak, yine kimse  birşey yapmayacak, istese bile yapamayacak. Yine herkes susacak, köşesinde kahvesini içip keyfine bakacak.

Artık susmadan, ayağa kalkıp konuşmanın zamanı gelmedi mi sizce de?