Genellikle hep iyilikten, güzellikten, umuttan, sevgiden, aşktan bahsediyoruz. Bunlar bizim beklentilerimiz hayattan. Oysa bu duyguların kardeşleri de var; kötülük, çirkinlik, kıskançlık, umutsuzluk, sevgisizlik, nefret ve hayal kırıklıkları gibi.
Hep güzeli bekleyerek, güzel düşünerek, güzel anarak, içimizde güzel şeyler besleyerek insanlara ve hayata dair, mutluluğu bulabileceğimizi düşünüyoruz. Oysa çoğu zaman Polyannacılıktan öteye gidemiyor karakterlerimiz. Aslında bu, insanı daha çok yoruyor. Gerçeklerin farkında olup, yokmuş gibi davranmak, insanı daha çok yıpratıyor.
Ve hatta sosyal medyanın iyiden iyiye hayatımıza girmesiyle, hepimiz görünürde son derece kibar, güzel, mükemmel insanlar olduk. İnsanlara hoş ve çekici görünebilmek için afili sözler bulduk, belki bizi hiç yansıtmayan, olmayı istediğimiz kişi olmak için photoshoplar yaptık. Mevlana’nın sözünü paylaştık, benimsedik sözde “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diye ama ne olduğumuz gibi olduk, ne de göründüğümüz gibi.
Kötülükleri kınadık sözle, iş icraate gelince pasif kaldık. Aç çocuklara üzüldük, sokakta bir aç görsek uzaklaştık. Şiddeti kınadık ama yanımızda olana sessiz kaldık. Sokak hayvanlarına acıdık ağlak emojilerle, evimizin önüne bir kap su bile koyamadık. Haksızlık anında yanındayım deyip, bize bir şey olmasın diye korkup geri çekildik.
Arkadaşımızla bir şey paylaşırken, “Acaba başka birisine söyler mi?” diye tereddüt ettik arkadaşlığımızdan. İnsanlar sevinecekler diye içten içe, üzüntümüzü paylaşamaz olduk ya da sevincimizi, içimizdeki heyecanı paylaşamaz olduk insanlar kıskanıp, göze geleceğiz diye.
Kendimizi o kadar farklı gösterdik ki başkalarına, ki bu kendimizi sevmediğimizi gösterir bence, biz kendimizi sevmezsek başkasının bizi sevmesini nasıl bekleyebiliriz? Ve kendimizi sevmediğimiz için, ne insanları, ne hayvanları, ne de doğayı, kısaca beraber yaşamak zorunda olduğumuz tüm varlıkları sevmemiz gerektiği gibi hassasça sevebiliriz.
Aslında hep kırdık, kırıldık belki bilerek belki bilmeyerek.
Çocuklarımızı bile iyi yetiştiremedik, onlara her istediklerini vererek, sevgi verdiğimizi sandık, vaktimiz, işimiz hep önde gitti onlardan. Küçüklere sevgiyi, büyüklere saygıyı öğütleyen geleneklerimiz yerine, vurdumduymaz ve duyarsız, sevip saymayı bilmeyen çocuklar yetiştirdik.
Yalanlar söyleyerek güven kaybettik ve biz de inanır olduk yalanlara.
Hiç birimiz mükemmel, dürüst, güzel, mutlu ya da zengin değiliz. Ama öyle görünmeye çalışarak hem kendimizi, hem de çevremizi mutsuzlaştırıyoruz farkında olmadan. Keşke bu gerçekleri kabullenebilip ve yaşantılarımızı daha verimli ve daha doğal bir hale getirebilsek.
Keşke “Ben buyum” derken, başkasına da saygı duymayı hatırlayabilsek.