Tozu dumana katarak taşlı tali yolda, astımlılar gibi ilerliyor boyaları dökülmüş, miadı çoktan dolmuş yaşlı minibüs. İçindekileri hoplata, zıplata kendisi gibi eski otogara getiriyor. Yorgunluğunu ve taşıdığı yüklerin ağırlığını üzerinden atarcasına pııs diye ses çıkararak duruyor. Sanki bir daha hiç çalışamayacakmış gibi.
Yolcular inmeye başlıyorlar. Bazıları köylerinden getirdikleri sebzeleri kasaba pazarında satmak umudunda… Bazıları da köylerinde bulamadıkları eksik gedik ihtiyaçlarını tamamlama derdinde. İnerlerken paralarını ödüyorlar, minibüsün kendisi gibi yaşlı ve yorgun sahibine.
İnmek için sırasını bekleyen Hasan amcanın geliş sebebi farklı. Tarlada çalışmaktan nasır tutmuş elini, uzun süredir kullanılmaktan lime lime olmuş pantolonun cebine atıp yol parasını çıkarıyor. Yorgun şoföre uzattıktan sonra yanındaki genç yağız delikanlıya” Hadi gayri inelim oğlum” diyor.
En son onlar iniyorlar. Elinde tahtadan yapılmış eski bir valiz taşıyor Hasan amcanın en küçük oğlu Ali. Saçlarını özenle yana taramış, vücuduna iki beden büyük gelen takım elbisesinin pantolonunu düşmesin diye kemerle bağlamış. Buruşuk ama temiz beyaz gömleği ile öyle kendinden gurur duyan heyecanla karışık bir acemiliği var ki üzerinde… İnsanın gülesi geliyor ona bakınca. Hasan amcada onun kadar heyecanlı ama bir o kadar da hüzünlü.
Karşı kaldırıma geçip yürüyorlar.” Biletini her bi şeyini aldın di mi Ali’m” diyor boğazı düğüm düğüm Hasan amca. ”He ya her bi şeyim tamam bubam.” diyor Ali içi kıpır kıpır.
Otogarın kahvesine doğru yürüyorlar. İçeride; eski püskü kirli masa ve sandalyelerin boş olduğu kahvehanenin orta yerinde bir soba yanıyor… Büyük bir iştahla alevler saçarak. İçerinin sıcacık olmuş havası, soğuk yüzlerine çarpınca Hasan amcanın kasvetli hali değişiyor.
Sobaya yakın bir masaya oturuyorlar. Beline kirli bir önlük bağlamış, yakın gözlüğünün üzerinden bakan, hafif kambur çaycıya sıcak salep ısmarlıyorlar.
“Alim bizi habersiz koma, İstanbol gibi koca şeherde kimseye güvenme. Emmim Hüseyin ne derse sözünden çıkma sakın ola. Bak sen bizim sülalenin yüz akısın. Köyümüzden ilk sen gidiyon öniversiteye. Benim köçcük paşam öğretmen olceymiş bak hele” diye Ali’nin sırtına bir tokat atıyor. Ali yutmakta olduğu sıcak salebi ağzından püskür türüyor, tokadın etkisiyle.
İkisinin gülüşmelerine çaycıda eşlik ediyor sebebini bilmeden.
Ayrılık saati geliyor. Ali’yi İstanbul’a götürecek otobüs giriyor perona. Otobüsün büyüklüğü ve yeniliği, köylerinden geldikleri eski ve yaşlı minibüse tezat Ali’nin hayatındaki değişimi yansıtırıyor.
Ali, yaşlı babasının elini öpüp sarıldıktan sonra son model otobüsteki yerine oturuyor. Otobüs hareket ederken, Hasan amcanın nasırlı ellerinde bez mendil sallanıyor gözyaşlarıyla beraber.
Otobüs hızla yol alıp, yeni hayatına doğru götürüyor Ali’yi. Yüreği kıpır kıpır heyecan ve umut dolu camdan dışarısını seyrediyor. Kasabanın bilindik görüntüsü yerini doğanın değişik hallerine bırakıyor. İçe geçmiş taşlar, birbirinin üzerinde uzamış kayalar, her biri ayrı renkte oyuklar. Hayallere daldırıyor onu, çocukluğunda kuzuları otlatmaya gittiğinde yemyeşil otların üzerinde yatıp, bulutları canlandırdığı günler gibi.
Katmanların her biri insanların hayatı olmuş konuşuyor şimdi. Her bir kayanın ayrı bir hikâyesi var. Yaşanmışlıkları barındıran, insana dair ne varsa kazınmış üzerlerine.
Sevinçler, hayal kırıklıkları, hüzünler, mutluluklar, gözyaşları, ayrılıklar, hastalıklar, birleşmeler hepsini temsil ediyor dağlar, taşlar, kayalar. Taşıdıkları duyguya göre de şekil almışlar besbelli. Baksana şu sert görünümlü kayaya… Kim bilir ne zorluklar çekti de bu hale geldi. Rengi açık gri olmuş, kaygan yumuşamış gibi duran oyuk mutluluğunu yansıtmış besbelli işte. Şu üzerinde hiç ot bitmemiş kayada ne kadar gururlu duruyor, dünyaları ben yarattım gibi bir havalarda. Yanı başında minik kır çiçeklerin açtığı yer, ne kadar neşeli ve verici duruyor.
İnsanlar sanki yaşadıkları kaybolmasın diye dağları taşları şahit tutmuşlar. Başlangıcı bilinmeyen zamandan bu yana hepsini yazmışlar dağlara, taşlara, kayalara.
Ali de şimdi köyünden çıkıp okumaya giderken; kendi hikâyesini de dağlara, taşlara yazdığını hayal ediyor. Kendisinin yaptığı gibi başkalarının da onun hikâyesini görüp seyredeceğini düşünerek bir güzel uykuya dalıyor.
Otobüste Ali’yi yeni yaşamına doğru götürmek için hızla akıyor.