Gazeteci dediğin yollarda, yıllarda, sözlerde, yazılarda, belgelerde, fotoğraflarda, dostluklarda geçer ömrü.
Ben de öyle yapıyorum.
Sabah evimden çıktığımda nereye gideceğimi, kapının eşiğini geçmeden dahi bilemiyorum. Gazetecilik refleksiyle çıktığımda, gelen ihbarlar, davet edilen sorunlara doğru yola çıkıyorum.
Bir bakmışım Çeşme’deyim, Narlıdere’deyim, Urla’dayım, Aydın’dayım, Denizli’deyim.
Konuşmak isteyenlerle bir aradayım. Bir köy kahvesine sessizce oturup, bir bardak çay içtiğimde, dünyanın merkezinde gibi hissediyorum kendimi.
Dinliyorum insanları. Sorunlarını dinliyorum, isteklerini dinliyorum, beklentilerini dinliyorum. Gazeteci refleksiyle bazen haber yapıyorum, bazen köşe yazısı.
Gün ben de hiç bitmiyor. Medya Ege Yayın Gurubu’nun merkezine bazen uğramadığım günler oluyor. O kadar birikmiş sorunu olan ilçeler var ki, bazen bu kadar sorunu yerinde tespit edebilecek potansiyelimle, gazeteci değil de Belediye Başkanı mı olmam gerekiyor diye düşünüyorum.
Kendime paye almak için değil, vatandaşa çare olmak için.
Bu halimi bilen Belediye Başkanlarından bazıları, ara sıra bir araya geldiğimizde sorarlar, “Arif var mı, benim alanda bir sorun?’ diye.
O kadar bürokrasi ve işlerden dolayı, kendisine iletilmeyen, kaçırdıklarını yakalamak ve çözmek için. Bildirdiğim sorunlar çözülünce vatandaşa faydam olduğu için seviniyorum. Sorun aynı kaldığında ise gazeteciliğin en acımasız haliyle vatandaşlardan aldığım güçle eleştiriyorum.
Bazen de gazeteci değil, Arif Çayan oluyorum.
Yolda gördüğüm hayvanların ihtiyaçlarını gideriyorum. Kirlenmiş çevreyi gücümün yettiği kadar temizliyorum.
Kimsenin demediği, göremediği, bilemediği şeylerin fotoğraflarını çekiyorum.
Dünya insanı olmanın sorumluluğu içinde.
Öğretmenlerimiz bize böyle öğrettiler.
‘Önce sınıfına, sonra okuluna, sonra sokağına, sonra mahallene, sonra şehrine, ülkene ve dünyaya sahip çıkın’ diye.
İyi ki öyle öğretmişler.
İyi ki de, böyle bir Arif Çayan yetiştirmişler.
Tüm öğretmenlerimize saygılarımla...