Selam sevgili MedyaEge'ciler!
Hayat hikayelerine oldum olası zaafım vardır. Yazar fantezisi, yaşanmış olaylar kadar çekmez beni içine. Birinin yaşantısını yazmak daha cazip gelir, belki de gerçeklik payı olduğu için daha dürüst görünür diye.
"En tanıdık yabancı" romanımda da yaşanmış hayat hikayesini dinleyerek romana dönüştürmüştüm. "Melek" filminin senaryosu da yaşanmış, bir kadının dilinden anlattığı hayatı, onu da filme dönüştürdük. Yaşantı daha duygulu, daha ağırlıklı geliyor bana göre. Bence bunu okuyucu da farkediyor. Bunları niye anlattığımı şimdi aşağıdakileri okurken anlayacaksınız.
Her gün aynı şekilde yaşanan hayatlar var. Monoton, değişmeyen, acılarla dolu ve en önemlisi gerçekçi. Bir aile düşünün. Aile diyorum ama bunun adına aileden çok bir evde mecburi yaşayan iki insan denilse daha doğru olur. Alkol fıçısının içine düşmüş ve bu fıçıdan çıka bilmeyen bir koca... Masum, kimsesiz, mecburiyetlere ve eziyetlere boyun eğmiş, kolunda "altın bileziği" olmayan bir kadın...
Bir yerde okumuştum; koluna altın bileziği takmadan yüzük takarsan o yüzük parmağını kangren eder diye. Nasıl da doğru, nasıl da mantıklı.
Kadın 16yaşında bu adamla evlendirilmiş. Evlenmek şahsi ve bireyin kararına yönelik bir eylem olduğu halde kullandığımız kelimeye bakar mısınız - evlendirilmiş (!)
Sonrasında klasik hayat işte. Alkolik koca, dövülen, şiddet gören, gözleri ve vücudu moraran mazlum kadın. Kalbinin ve ruhunun morluklarını o kadın kendisi bile bilmiyor. Çünkü onun için sadece vücut var. O yüzük parmağını kangren etmiş, altın bileziği de koluna hiç bir zaman takamamış. Takmış olsaydı ne olurdu? Söyleyeyim. Daha cesur, daha delikanlı olurdu kadın. Elinde mesleği, başında aklı, kalbinde cesareti toplayarak çarpı verirdi kapıyı. Kimseye eyvallahı olmazdı. Mesleği üzere çalışamasa bile o cesaret onu kurtarırdı bu hayattan. Kendisi için yeni hayatın kapısını bulmayı ve o kapıyı açmayı bilirdi. Azat ederdi kendini bir kuş misali. Ama şimdi yapamaz. Ömrünün sonuna kadar cesaretsizliği ve ruhundaki morlukları ile o ayyaş kocaya tabi olup, o çatının altında yaşayarak ölecek. Belki de bir gün dayak yemekten ölecek kim bilir. Aslında içinin derinliklerinde hergün ölsem de kurtulsam diye düşünmüyor değildir o kadın. Dışarıdan bakınca herşey güllük gülüstanlık ama içerisi enkaz olan kadınların hayatı kadar acımasız birşey yoktur.
Okumak, sadece okula gidip gelmek ya da üniversite mezunu olmak değildir. Okumak, bir kadının cesareti bulmasıdır, onu kendine zincirlemesidir ve yeri geldiğinde o zinciri açarak hayatını azat etmesidir. Okumak, korkuları yok etmek, kendini ifade ve keşfetmektir. Okumak, istemediğin hayatı zorla yaşamamak, istemediğin şeye mecbur edilmemektir.
Okuyalım, okuyalım ki altın bileziği kolumuza takmadan önce o yüzüklerle parmağınızı ve hayatımızı kangren etmeyelim.