İletişim; “Bir kaynaktan diğerine iletilen mesaj” tanımındaki kadar basit olsaydı şayet, bugün bu konu üzerinde çok fazla kafa yormamıza gerek yoktu. Bu tanımın aksine, çok bileşenli bir süreçten bahsettiğimiz için, özelden tutun da hayatımızın tüm alanlarında ve özellikle iş yaşamında başarılı olmanın en büyük sırrı doğru iletişim kurmak.
“Doğru” iletişim yerine “bilinçli” kelimesini de kullanabiliriz belki ama bu bilinç kelimesi, olması gerekeni taklit etme ve rol yapma biçimlerinde kendini gösterdiğinde tam tersi olumsuz sonuçlar yaratabiliyor. Çünkü kim ne derse desin, teknolojinin bu denli gelişmiş olduğu yenidünya düzeninde bile “samimiyet” o güçlü etkisini korumaya devam ediyor. Bu nedenle bilinçli iletişim derken ne yapılması gerektiğini bilen, bu bilgiyi kendi mantık süzgecinden geçirerek samimiyetle pratiğe döken kişileri kastettiğimiz anlaşılmalı.
İletişim dendiğinde aklımıza genelde karşılıklı konuşma gelmektedir. Dolayısıyla eylemi (konuşma –bağırma- dokunma vs… ) gerçekleştiren kaynak, diğer bir ifadeyle ‘söz söyleyen’ tarafın iletişimde daha aktif olduğunu söylemek mümkün. Burada süreci yönlendiren, idare eden ve/ veya devamına ya da sonlanmasına karar verecek olan taraf ise, ‘Alıcı’, bir başka ifadeyle ‘dinleyici’…
Tam da bu noktada Yunan Filozof, Epiktetos’ un ; “Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır” sözünü hatırlamakta fayda var. İletişim kaynaklı problemlerin temelinde birbirimizi anlamamak yatıyor çünkü. Anlaşılmamak, insanın kendini ifade edememesi, birçok sorunu beraberinde getiriyor. Bu sorun ise sadece anlaşılamayan birey için değil, aynı zamanda belki de daha fazla oranda karşı tarafı anlamayan kişi için de kartopu gibi büyüyen bir sorun yumağı halini alıyor. İletişimin kopmaya en yakın olduğu an da işte bu nokta; “Anlaşılmadığını” hissettiğin ya da bunu düşündüğün an.
Bu yüzden de iletişim biçimleri, anlatmaktan ziyade, karşıdakini anlama üzerine kurulu kişiler hayatın her alanında daha başarılı oluyor. Çevremizi gözlemlediğimizde dinleyici pozisyonunda olan kişilerin ne kadar saygın bir konumda olduklarını görmek, tesadüften ziyade bu sürecin doğal bir sonucu aslında…
Anlamak için gerçek anlamda gösterilen çaba, bilmeden ve farkında olmadan, doğru bir iletişim için gerekli olan tüm araçların hayata geçirilmesini sağlıyor. Karşısındakini anlamaya çalışan kişinin beden dili buna göre pozisyon alırken, yüz ifadesi ve mimikleri buna göre şekilleniyor. Dolayısıyla etkin dinleme yöntemlerinde öğretilen beden dili pozisyonlarını, gerçekten karşısındakini anlamak isteyen kişi, farkında olmadan olanca gerçekçiliği ile bu dinleme sırasında sergiliyor.
Düşünsenize, ‘Seni Anlıyorum’ derken aynı anda ne kadar çok şeyi birlikte söylemiş oluyorsunuz; seni etkin bir biçimde dinledim ve dinlemeye devam ediyorum, kendimi senin yerine koydum, söylediklerini hatırlıyorum ve hafızamda tekrar ediyorum, birazdan fikrimi söylerken, seni gerçekten anlamış biriyle iletişim kuracağından şüphen olmasın, fikir ve düşüncelerinin yanlış olduğunu bile söylesem, bunu senin düşüncelerini anlamış biri olarak söyleyeceğim…
Anlama için ‘Etkin Dinleme’
Sürekli anlatma üzerine kurulu bir iletişimin, sorunlu bir egonun göstergesi olduğu konusunda birçok uzman aynı fikirde. Anlama, öğrenme ve bilme çabası bütün kapıları açacak bir araçken, İletişimde sürekli öğreten pozisyonunda olmak, konuya ilişkin kendi bilgisinin üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmak, karşı tarafı dinlememek ve sürekli sözünü kesmek, süreci baltalayan önemli hatalar. Bu platformda kurulan iletişim hiçbir zaman sağlıklı olmayacağı gibi, öğretici pozisyonundaki kişi için ise olumsuz bir genel yargıya varılmasına sebep oluyor. İnsanlar, böyle bir kişi iletişim kurmaktan kaçıyor, dahası sorunu olduğunda bu kişiyi dinlememe eğilimi gösteriyor. İletişim, karşılıklı bir alışveriş olduğu için, ‘dinlenmeyi’, ‘dinlemeyi bilen’ kişiler hak ediyor.
Anlamak ve anlaşılmak, gerçekleşen iletişim sürecinin sonunda varılan nokta. Diğer bir ifadeyle, kurulan her iletişimin başarısını gösterecek olan, varılması hedeflenen yegane sonuç. Bu süreçte ise, İletişimin en temel iki öğesi olan ‘Dinlemek’ ve söylemek eylemlerinden dinlemenin daha baskın olduğunu görmekteyiz. Gerçek anlamda dinlemek, son derece basit unsurları içinde barındırsa da uygulamada o kadar başarılı değiliz ne yazık ki…
Zamansızlık, dinlemeyi etkileyen başlıca faktör olmakla birlikte, kısa bir süre içinde gösterilen etkin bir dinleme tavrı dahi, o an kesilse bile, iletişimin ilerleyen süreçte kaldığı noktadan devamını sağlayabiliyor. İşte bu nedenle hepimizin çok iyi bilsek de, basit olduğu için önemsememekten kaynaklandığını düşündüğüm “Dinleme yöntemleri” ni hatırlamamızda fayda var:
Dinleme, pasif ve aktif olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.
Pasif (edilgin) dinlemede; dinleyici pozisyonunda olan kişi, tamamen sessiz olmakla birlikte, karşı tarafa güvende olduğunu, dinlenildiğini ve söylediklerinden dolayı yargılanmadığını hissettirerek onun için öncelikle bir güven ortamı sağlar. İletişim süreci boyunca dinleyici, onaylayan baş hareketi, hayret ifade eden kaş kaldırma, düşünce ve şaşkınlık ifade eden dudak hareketleri, ona katıldığını anlatan gülümseme ile aslında karşı tarafa onun hislerine uygun tepkiler verir. Doğru kullanıldığı zaman son derece güçlü bir etkiye sahip olan bu sessiz süreç, dinleyicinin tepkilerindeki samimiyetle de doğru orantılıdır. Dinleyici bu süreçte anlatanın sözünü kesmez. Buna rağmen bazı durumlarda anlatıcı iletişimin devamı için onaylanma veya motive edilmeye ihtiyaç duyabilir. Profesyonel bir dinleyici, böyle bir ihtiyacı konuşmanın akışından anlar ve konuya ilişkin taraflı olmayan sorularla küçük müdahalelerde bulunarak, karşı tarafı konuşmanın devamı için yüreklendirir. Bu süreçte en önemli nokta, dinleyicinin sadece duyduğunu değil, aynı zamanda karşı tarafı anladığını da beden diliyle ifade edebilmesidir.
Etkin Dinleme; duyma, dikkat, anlama ve hatırlama olmak üzere 4 aşamadan oluşur. Pasif dinlemenin aksine Etkin dinlemede dinleyici, sessiz kalmaz. Tam tersi sürecin içine dahil olarak karşı tarafı gerçekten dinlediğini gösterir. Söylenenleri iyi duyabilmek için gerekli ortamı sağlar, dikkat kesilir, sürecin devamında dikkatinin dağılmadığını onaylayan baş sallama hareketleri ile gösterir, anlatıcının söylediklerini açarak genişletmesini ister, konuşmanın bir bölümünü tekrar ederek onu gerçekten dinlediğini gösterir, beden dili ile anlatanın duygu ve düşüncelerini onaylayan bir pozisyon alır. Her ne kadar dinleyici sürece sorular ve tekrar ile dahil olsa da, gerçek sorumluluk yine de anlatandadır. Dinleyen, anlatıcıyı onaylayan bir pozisyonda, anlatıcının kendi başına düşünüp düşündüklerini ifade etmesine yardımcı olur. Bu süreçte dinleyici empati yeteneğini sıkça kullanır ve böylelikle anlama çabasının gerçekçiliğini karşı tarafa gösterir.
Her iki dinleme şeklinde de “yapılmaması gerekenler” in başında anlatanın sözünü kesmek geliyor. Dinleyenin konuya dikkatini vermemesi ve bunu olumsuz beden dili hareketleri ile desteklemesi, konuşmayı kendi fikri doğrultusunda yönlendirme çabası, anlatana konuya ilişkin öğüt verme, eleştiride bulunma, direkt yargıya varma, teselli edip konuyu kısa kesme ya da konuyu değiştirme çabaları ve empati kurmama iletişimin ilerlemeden bitmesine neden olan unsurlar.
Her iki şekilde de, insanları gerçek anlamda dinlemeyi başaran ve anlamak için çaba gösteren kişiler, her türlü ilişkide öncelikli olarak aranan ‘güven ortamı’nı yaratırken, toplumda da herkes tarafından kabul gören, izlenen, fikir danışılan kişiler olarak yer ediniyor. Toplumsal saygınlığın yanında bu kişilerin, özel yaşamlarındaki başarılarını da düşünürsek, bu başarının ne kadar basit bir sürece bağlı olduğunu görmekteyiz. Bu da bize, küçük ve kolay şeyleri önemsemenin, çok büyük ve önemli başarılar getireceğini, bazı başarısızlıklarımızın sebebinin küçük şeyleri önemsememek olduğunu kanıtlar nitelikte…