Bu haftaki yazımda sizlere Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen fakat uygulamada sık sık karşılaştığımız inanç anlaşmalarından ve inanç anlaşmasına dayalı tapu iptal ve tescil davalarından bahsedeceğim. TBK’nın 19. maddesi uyarınca hukuka, ahlaka, örf ve adete ve emredici kurallara aykırı olmamak kaydıyla sözleşme serbestisi ilkesi geçerlidir. Yani taraflar aralarında anlaşmak suretiyle, belirli bir tipe bağlı olmaksızın, istediği tipte bir sözleşme kurabilirler. İnanç anlaşması da TBK’da düzenlenmeyen bir sözleşme tipi olsa da sözleşme serbestliği ilkesinin bir sonucu olarak uygulamada kullanılan bir sözleşme tipidir. Kaynağını Roma hukukundan alır ve doktrinde de kabul edilen bir sözleşme tipidir. İnanç anlaşması, 1947 tarihli bir Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına (05.02.1947 t., 20/6 s.) da konu olmuştur ve bu sözleşmenin şartları bahsi geçen YİBK’nda belirtilmiştir.
İnanç anlaşmasının iki tarafı bulunur. Bunlar; inanan ve inanılandır. İnanç anlaşması, inanan ile inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.
Taraflar inanç anlaşmasıyla genellikle, mal varlığına dahil bir mal veya hakkı teminat teşkil etmek veya iade olunmak üzere, aynı amacı güden olağan diğer hukuki işlemlerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Yani bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü bir hak tanır. Bu anlaşmayla alacaklının hukuki durumu güçlendirilmiş olur. İnanç anlaşmasının bu özellikleri nedeniyle taşınmazı inanç anlaşmasıyla satan kimsenin yalnızca, borçlandığı edimi yerine getirmekle taşınmazın kendisine yeniden devrini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç anlaşması ile satın alan kimsenin de borcun ödenmesine kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödendiğinde de taşınmazı borçluya geri verme borcu vardır.
İnanç anlaşmaları, tarafların karşılıklı iradeleri ile uygun olarak düzenlenen ve onlara karşılıklı borçlar ve haklar veren bir sözleşme tipi olarak muvazaadan ayrılır. Muvazaada tarafların sözleşme kurma yönünde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları olmadığından muvazaa sözleşmeleri hukukumuzda geçersiz kabul edilir. Oysa inanç anlaşması tarafların sözleşme yapma yönündeki ortak iradelerine uygun olarak düzenlendiğinden geçerli bir sözleşme tipidir.
İnanç anlaşması herhangi bir şekle tabi değildir ve taşınmaz mülkiyetinin devrinin hukuki sebebini teşkil edebilir. İnanılanın, inanç anlaşması gereği inanan borcunu yerine getirdiği halde taşınmazın mülkiyetini geri vermediği durumlarda inanç anlaşmasına dayalı tapu iptal ve tescil davası açılabilir. Fakat bu davada özel ispat koşulları vardır. İnanç anlaşması ancak yazılı delille ispatlanabilir. Bu yazılı delil, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kanıtlayan ve her iki tarafın da imzasını taşıyan bir belge olmalıdır. Bu nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber uyuşmazlık konusunun varlığını ortaya koyabilecek nitelikte karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille de ispat edilebilir. Yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin bulunmaması halinde mahkeme, taraflara yemin teklif etme haklarının olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla yemin deliliyle de inanç anlaşmasının ispatlanması mümkündür.