Küçüktü, biraz büyüktü, çok salladı, az hasar verdi, ölü sayısına şükür, yaralılarımız var, kurtarılan sayısı bunlar artık yaşadığımız depremlerin sonrası söylenen ama bir türlü alışamadığımız cümleler.
Alışamıyoruz çünkü hem korkuyoruz, hem sevdiklerimizi kaybediyoruz, hem de sevdiklerimizin hayatlarının harap olduğunu görüyoruz.
Deprem dediğimizde benim aklıma iki şey geliyor.
Birincisi bina, ikinci kat sayısı!
Yıkılan bina ve binanın kat sayısını duydukça içim parçalanıyor.
Kibrit kutusu gibi yerlere ev diye yerleşen ve hayatlarını kibrit kutusu içine sığdırmak zorunda kalan insanların, kibrit kutularının yıkılmasıyla yaşadıkları acılar.
Çocukluğum bahçesi olan müstakil tabiri bir evde geçerken, bir anda gelişim ve dönüşüm mantığıyla yanımıza 5, 6 tane, 8-10 katlı, her katında 4 aileden, yüzlerce insanın yaşadığı iddia edilen apartmanlar yapılmaya başlamıştı.
Rahmetli babamla evimizin bahçesinde otururken, gökyüzüne baktığımızda her bir katını tek tek bahçeden sayarak bakardık.
Rahmetli babam hiç sevmezdi apartman denilen bu yapıları.
‘Ne giren çıkan belli, ne de sağlamlığı belli. İnsanları diri diri mezara koyuyorlar, yaşantıyı kısıtlayıp, öldürüyorlar’ derdi.
O apartmanlardaki kibrit kutusu daireler taşınanlar da, bizim bahçeye, sokağa oturdukları kattan, tepeden, balkonlarından bakıp iç geçiriyorlardı.
O apartmanlarda oturan çocuklarla arkadaş olduğumuzda hemen hemen her gün bizim sokağı, bizim bahçeye geliyorlardı.
Onlar için sokağımız ve bahçemiz park gibiydi, yaşam alanı gibiydi.
Akşam doğru anneleri çağırdığında çocukların gidesi gelmiyordu, o kibrit kutusu gibi evlere.
Ne değişti Türkiye’de, hiçbir şey!
Daha da çoğaldı kibrit kutusu gibi yüksek binalar.
Ne değişti Türkiye’de, hiçbir şey!
Yine depremler oluyor ama ölen insan, yaralanan insan sayısı, yok olan hayat sayısı daha da artıyor.
Yapıldığında şu kadar şiddetinde depreme dayanıklı olduğu iddia edilen o yüksek katlı binaların, 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl, 40 yıl sonra da aynı şekilde depreme dayanaklı olacağına dair hiçbir bilim insanı garanti veremez.
Canlı insanı yiyip, bitiren zaman, canlı olmayan binalara mı gücü yetmeyecek.
Zaman içinde, dört mevsimi ayrı ayrı, yıllarca yaşayan o beton ve demir yığınları, zamana meydan mı okuyacak.
Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafyası belli.i
O coğrafyanın deprem bölgesi olduğu, zamanı ve şiddeti belli olmayan kırılmaya müsait fay hatlarının olduğu belli.
Yatay mimariyi savunmak ve uygulamak gerekmez mi?
Artık çok katlı değil, tek katlı veya az katlı binaların yapılmasına izin vermek, özendirmek gerekmez mi?
Yüksek katlı binaların yapılmasına izin verip, insanları ölüme sürüklemek gerekmez mi?
Kapitalist sistem, insan aklının önünü geçmemeli.
İnsan aklı parayı hem yemeli, hem yenmeli!